Kapitalizm Ve Sosyalizmdeki Sanat – Neil Windle

Sosyalizm, sanatın halk tarafından pasif olarak tüketilmek yerine, aktif olarak üretildiği bir toplum yapısı olacak mı? Yoksa sanat, kapitalizm sonrası bir toplumda hiç var olmayacak mı?

Bazılarının 35,000 yıl öncesine dayandığı, ilk insanlar tarafından hayatlarını tarif etmek için mağaralara çizilen resimler, sanatın sosyal bir işlevinin de olduğunu gösteriyor. Tıpkı ilk mücevherlerin cinsel cazibeyi arttırmak için kullanıldığı gibi.

Sanatın, kapitalizm ve kapitalizm öncesi toplumlardaki kendini ifade etme, güzelleştirme, tarihi kayıt altına alma, eğitme, eğlendirme ve sosyal içerikli mesaj verme amaçları, şüphesiz sosyalizmde de devam edecek, ancak belki de kabul ettiğimiz mevcut biçimleriyle değil.

Kapitalizm sonrası bir dönemde oluşabilecek olan sanatın özellikleri sadece şu üç isim tarafından tartışılmıştır; Karl Marx, Friedrich Engels, and William Morris. Kendisi de bir sanatçı olan William Morris, özellikle bu konuyla yakından ilgilenmiştir. Sanat ve Sosyalizm (1884) adlı kitabında “halkın büyük bir çoğunluğunun, modern uygarlığın sanat üzerinde kurduğu baskı nedeniyle sanata ortak olmadığı” fikrinin doğruluğunu tartışmaya açmıştır. Sanatı “Kişinin bir işi yaparken duyduğu zevki ifade etmesi” olarak ifade ederken Morris, sanatın işçiliğin ana parçası olması gerektiğine inandı. Tıpkı, kapitalist iş bölümünden önceki, sanatın zanaattan ayrılmadığı zamanlarda, zanaatkarların hala güzellik anlayışıyla çalıştıkları gibi.

Sosyalizmde sanat, sadece bir iş gibi algılanmayacak ve halk sadece yararlı değil aynı zamanda sanatsal şeyler de üretecekti. Topluma mevcut haliyle bakarsak bu bir gerçektir ki çoğu çocuk ve genç insan oldukça yaratıcıdır. Pek çoğu için, çocukluk yıllarının en yaratıcı yılları olduğu ortadadır. Fakat yaşlandıkça, yaratıcılıkları yetişkinlik dönemine kadar gittikçe azalıyor ve yetişkinlik döneminde de sanatsal meşguliyetlerle daha az oranda uğraşmaya başlıyorlar. Sanat üretmek yerine sanatın her türlüsünü tüketiyor, ve bazıları da takdir ve eleştiri becerilerini geliştirmenin peşinden gidiyor. Çoğu, örgün eğitimlerini tamamladıktan sonra nadiren kalemi kağıda sürüyor ya da tuvale fırça vuruyor.Yaratılıcık bu sürede kuruyup gitmiş gibi görünüyor. Muhtemelen bunun nedeni de ortaeğitime ayrılan yıllarda kapitalist sistemde çalışacak işçi olarak yetiştirilmiş olmalarıdır. Sanat yapmak – sanatçı olarak istihdam edilmedikçe – amaçsız gibi görünmektedir. Genç erişkin, eğitim sisteminden kurtulduğunda sanat artık, sanat aşkı için peşinden koşulacak bir şey değildir. Peki ne içindir? En iyi ihtimalle sanatın şifalı bir şeymiş gibi gösterildiği sanat terapisi sınıfında bir kişiye ilham gelir. Fakat zihin, bir kere is lekesi oldu mu tüm hayatı boyunca yaratıcılıktan mahrum kalır.

Bunun tam aksine sosyalizm, tarihteki geçmiş tüm zamanlara kıyasla daha çok insanın daha çok sanat üreteceği sanatsal bir rönesans olabilir. Tarihsel olarak bu insanları sanat yapmaktan alıkoyan şeyler artık olmayacak: mevcut eğitim sistemi, sanatın bazı biçimlerinin sanat enstitüleri tarafından ciddiye alınmaması, sanat endüstrisinin kar güdüsünün ötesine bakmaktaki başarısızlığı, ve insanların çok para kazandırmadığı sürece sanatla uğraşmayı manasız bulabilmeleri. Fakat bahsedilen bu rönesans 16. ve 17. yüzyıllardaki gibi, sanatsal ve bilimsel elitle sınırlandırılmış ve çoğu insanın üzerinde hemen hemen hiç etki etmemiş bir şekilde olmayacak. Sosyalizm, işçi sanatının rönesansını oluşturabilir ya da daha somut bir şekilde söylersek sınıfsız bir toplumda herkese hitap eden ve kimsenin sanata ulaşımının engellenmediği “halkın rönesansı”. Fakat bu, sosyalist sanatın illa da güzel bir sanat olacağı anlamına gelmiyor.

Kapitalizmdeki ünlü ve mükemmel sanat, dualistik bir doğaya sahiptir. Bir taraftan da aralarında “usta sanatçılar” vardır: 19. yüzyıl öncesindeki usta ressamlar, Raphael öncesi (aralarında Dante’nin de bulunduğu genç Britanyalı ressamlar), bazı genç Britanyalı sanatçılar ve daha nicelerine ek olarak metafizik şiir ve natüralizm. Bunlar küçük bir azınlığı oluşturur fakat bu kişiler entellektüel iktidar sınıfını oluşturdukları için fikirleri sanatla ilgili tüm düşüncelere egemen olur ve eserleri en iyi bilinenler arasına girmekle kalmaz ayrıca bu eserlere tapınılır. O zamanlardaki geriye kalanlar: ürettikleri sanat ya gözardı edilmiş ya da tanınmamış, çoğunluğu oluşturan sanatçılar ve halk. Çünkü bu “tanınmamış” sanatı yaratan insanlar sanatsal elitin sahip olduğu ayrıcalıklara ve avantajlara sahip değildi, böylece eserleri kabul görse bile yetersiz bulundu. Ayrıca halkın geneli tarafından ya bilinmediler ya da yok sayıldılar. Kiminle ilgili film yaptığına, roman yazdığına ve şarkı söylediğine bakarak büyük sanatçıların tarikat tarafından baştan çıkarıldığı söylendi. Van Gogh buna iyi bir örnektir (hayatı boyunca bu şekilde tanınmışlık elde edemese de).

Galeriler ve müzeler, ya da tiyatro ve konser salonları, sanatın putlarına tapınak haline ve yaşayan sanatın çok fazla düşünme gerektiren hali neredeyse bir ibadet şekline geldi. Sosyalizmde sanat, rekabetçi değil tamamlayıcı olacak. Bazı sanatçılar belki küçük ölçekli statüler elde edecek, fakat sosyalizmde sanatçıların imtiyaz ya da güç elde edebilecekleri bir mekanizmanın oluşmasına izin verilmeyecek. Yani neyin sanat olup neyin olmadığına fiilen karar veren bir sanat kurumu ve bir eserin fiyatına bakarak değerini biçen bir sanat endüstrisi olmadan halk sanat yapmaya teşvik edilebilir. Ancak böyle bir sanatın, kapitalizmde üretilen yüksek “kaliteli” sanattan eksiği olabilir. Gerçekten de çoğu kapitalizm sonrası sanat, kapitalizm dönemlerindeki sanat kadar iyi olmayabilir. Tarihe bakarsak daha yetenekli sanatçıların nispeten daha az yeteneklilerine oranla daha çok kayrılıp daha çok başarı elde ettiklerini göreceğiz. Sanat, birkaç üstün yetenekli kişinin pek marifetli icraatlarıyla sınırlandırılıp kavramsallaştırıldı. Halkın ezici çoğunluğunun sanatı, sanat yapmak için eşit derecede kabiliyetliydiler fakat “usta sanatçılara” uygulanan imtiyazlardan yoksun bırakılınca ister istemez eserleri farklı standartlarda oldu. Bu eserler yeterince estetik bulunmayıp “kaba” olarak marjinalleştirildi.

Öyle görünüyor ki kapitalizm sonrası toplum, “usta sanatçılar”ın sanatının üstün meziyetlerinden yoksun sanata da hoşgörü ve takdir gösterecek. Belki de çok yetenekli değil de çok taviz verilen diye bulduğumuz eserleri görmeye gelebilir, piyasadaki sınırlı fırsatlarda rekabet edebilmek için eşit derecede yetenekli sanatçıların kuyusunu kazabilir ya da en basitinden onları modası geçmiş bir sistemin dışavurumu gibi görüyor olabiliriz. Tüm bunlar sosyalizmde halkın artık nitelikli eserler üretmeyeceği anlamına gelmiyor ve gerçekten de bazı yetenekler “usta sanatçılar”ınkine eşit bile olabilir. Elinden gelenin en iyisini yapma fikri sosyalizme tercüme edilecek, fakat kişinin kendi elinden gelenin en iyisini yapma arzusu, rakip sanatçılar arasında en iyi olma arzusuna üstün gelecek mi? Ve piyasadaki birkaç fırsat için kaçı kıyasıya yarışacak? Böylece eğer sosyalizmdeki sanat kapitalizmdeki kadar “iyi” değilse, sanat, endişe duymamız gereken bir şey olmaktan da çıkar.

Sanat, bir kurum olduğu kadar, her yıl milyonlarca sterlin kazandıran, oldukça kârlı bir endüstridir de. Bu kurum birçok işleve sahiptir fakat bu işlevlerin hiçbiri sosyalizmde ne hoş karşılanacak ne de uygulanabilir olacaktı. Halihazırda bu kurum, sanatın ne olduğunu belirlerken bunun sonucunda da sanat olarak saymadıklarının önünü keser. Tek bir sanatçının ekolünü olağanüstü bir yaratıcılık gibi sunarken bu sanatçıya fırçaları yıkanamayacak kadar kıymet ve doğaüstü bir yetenek atfeder. Kâr getiren sanatı finance eder fakat kâr getiremeyecek olan sanatın değerine ya da önemine bakmaksızın finanse etmeyi red eder.

Yürüttüğü uygulamalar nedeniyle doğal olarak anti-sosyal, ötekileştirici ve kapitalizm yanlısı olan böylesi bir kurum, kapitalizmden sosyalizme geçerken hayatta kalamayabilir. Bu kurumun uyguladığı ayrıcalıklarla birlikte ortadan kaldırılması, halk sanatı ya da halkın sanatı gibi bir şeyi ortaya çıkaracak. Öyle ki sanat, sıradan bir insan tarafından devlet ya da herhangi bir kurumun sponsorluğu olmadan, kişisel fayda veya beğeni için değil, kendini ifade etme, güzelleştirme, süsleme gibi nedenler için üretilecek. Pratik değeri olan hiçbir şey üretmeden, halk desteği bekleyen bu ayrıcalıklı mesleğe sanat, ve bunu icra eden insana da sanatçı dahi denilmeyebilir. Sadece “sanatçı” olabilen ve sanattan başka hiçbir şey üretmeyen insanın bu pratiğini sosyalizme taşıması pek mümkün olmayan, sürdürülemez ve hayli uzak bir ihtimaldir. Tıpkı kapitalizm sonrası bir toplumda işçilerin olmayacağı gibi – sadece insan – belki de “sanatçı” da olmayacak. Ya da belki de sosyalizmde herkes sanatçı olacaktır.

Öyle görünüyor ki sosyalizmde sanat, tıpkı kapitalizm ve kapitalizm öncesi toplumlarda her zaman üretildiği nedenlerle üretilecektir. Sosyalizm duyguların yok olduğu bir toplum düzeni olmayacak, halk bir şekilde kendini ifade etmeye devam edecek ve kuşkusuz bu şekillerden biri de sanat olacaktır. Diğer toplum düzenlerine kıyasla hayli azaltılmış olsa da, sosyalizmin de kendi problemleri olacak. Kişiler ve halklar arası sorunlar ortaya çıkabilir. Daha önce de bahsedildiği gibi kapitalizmin sorunları sanatçıların yorumlamak için ihtiyaç duydukları malzemenin sonunu getirdi, belki de sosyalizmin sorunları da aynı şeyi yapacaktır. Fakat sosyalizm kendi problemlerine daha adil ve duyarlı davranacak ve bu problemlemleri gizlemeye çalışmayacak. Herhangi bir “adaletsizlik” varsa, bunu ortaya çıkarmak için ünlü bir resim, roman ya da şarkı gerekmeyecek, bu problem, görüp başa çıkmamız için gözümüzün önünde olacak. Böylece sosyalizmde sanat, büyük ölçekli sosyal hataları protesto etmek için var olmayacak. Gulliver’in Seyahetleri, Noel Şarkısı, Gazap Üzümleri, 1984 ve Salvador gibi eserler, ele aldıkları sorunlarla birlikte, kapitalizm sonrası toplumda var olmayacaktı. Diğer yandan düşman ülkeleri düşman gezegenlere, şüpheli yabancıları uzaylılara çevirerek toplumun korkularını ve paranoyalarını yansıtan bilim kurgu filmleri de sosyalizmde pek revaçta olmazdı. Ayrıca dünya savaşları konulu üretimler de gerçek dünyayla hiçbir ilgisi olmayan “fantaziler” olarak var olacaklardı. Düşmanlığı, savaşı, rekabeti, adaletsizliği ve eşitsizliği yansıtıp yorumlayan sanat, içinde düşmanlığın, rekabetin, savaşların, adaletsizliğin ve eşitsizliğin olduğu bir topluma kusursuz bir biçimde uygundur, ama sosyalizme değil. Fakat sosyalizmin de yukarıda bahsedilen eserler kadar çarpıcı ve duygusal derinliği olan şeyler üreteceği umut edilmektedir.

Yazının Orjinali: http://www.worldsocialism.org/spgb/socialist-standard/2000s/2005/no-1210-june-2005/art-capitalism-and-socialism

Çeviren: Feray Yalçuk