KIBRIS SORUNUNDA KİM NEREDE DURUYOR, YÜRÜYOR, DURAKLIYOR – CELAL ÖZKIZAN

Bu kadar kapsamlı bir konu elbette bir köşeyazısı kapsamında sindirilemez ve ister istemez mesele karikatürize edilir ancak yine de aşağıda yazılanların hiçbiri birer hayal ürünü değildir.

Türkiye : Kopuşlar, kırılmalar, gizli/açık ittifaklar, sendelemeler, yere çakılacak kadar rezilleşmesine rağmen ısrarla yürümelerle birlikte 12 yıllık bir AKP iktidarından dolayı, Türkiye’nin dış politikası ile AKP’nin dışpolitikası özdeş halde şu an; ancak belirtmek gerekir ki AKP, geleneksel Türk dış politikasından –elbette kendi iktidar döneminin tarihsel özgünlüğü çerçevesinde- bolca öğeler barındırıyor. Bu açıdan, Kıbrıs sorunu, kısa bir geçiş dönemi haricinde yeniden tartışmaya kapalı bir dava olarak kodlanmış durumda. Ancak AKP’nin farkı, bu davaya bazı yeni nitelikler eklemiş olması ki bunların başında, Kıbrıs’ın kuzeyi özelinde konuşacak olursak, askeri yayılmasını ve askerin siyasal/politik/sosyal/kültürel yaşam üzerindeki etkisine iki yeni boyut daha eklemesi geliyor : ekonomik olarak kendi uygulamalarını dayatmak ve kendi sermayesini Kıbrıs’a yığmak ile dini asimilasyon. Kıbrıs sorunu genelinde aldığı tavır ise, “imaj” olarak “bir adım önde görünme” ancak öte yandan gerek halklar düzeyinde, gerek devletlerarası düzeyde güven yaratıcı/tazeleyici adımlara yanaşmamak ve üstüne üstlük, genel Ortadoğu ve Doğu Akdeniz politikasıyla uyumlu bir şekilde askeri saldırganlık girişimleri ile karşı tarafı tahrik etmekten çekinmemek… Bu arada da, kafasına estikçe, “iki devletli çözüm de seçenekler arasında” diye konuşmak…

Kıbrıs Cumhuriyeti : Özellikle son yıllarda, İsrail, Mısır ve Yunanistan ile askeri işbirliklerine ağırlık verip “bölgesel gücünü” arttırmak, hiç değilse bölgesel güç denklemlerinde rol almayı istemek; doğalgaz-enerji meselesinin gündeme gelmesi ile de, elbette emperyal akbabaların üşüşmesine paralel olarak Fransız, Amerikan, İsrail şirketlerine doğalgazı parlamak “zorunda kalmak” ve bundan olabildiğince, gücü yettiğince kârlı çıkmaya çalışmak; öte yandan, düz ekonomik/teknik anlamda, doğalgazın en az maliyetle ancak Türkiye üzerinden satılabileceğini, ayrıca Türkiye ile gerginliklerin azalmasının ve Kıbrıs’ın bütününde yasal bir durum oluşmasının gazın “pazarlanması” noktasındaki faydalarını bilmek ama yine de bunu en az taviz ile gerçekleştirmeye çalışmak… Kıbrıs konusu özelinde ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tavrı iki eksen üzerinde salınıyor gibi görünüyor; AKEL ve DİSİ çizgisi ile, bunlara ayakbağı olan DİKO,EDEK gibi milliyetçi/şoven küçük partiler. Ancak bu salınım taraflarının çizgileri net değil çünkü mesele daha çok pragmatizm, (98-2003 arası Klerides örneği gibi) “elikolubağlı çekingen inisiyatifler” (Hristofyas dönemi) ile şovenist/milliyetçi yaklaşımlar (93-98 Klerides dönemi ile Papadapoulos dönemi gibi) arasında bir salınım ki bunlar ayrı ayrı, tamamen ya da kombinasyon halinde, AKEL’de de DİSİ’de de görülebilen özellikler çünkü “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tarihsel devlet aklı ve dış politikası” farklı yönetimler döneminde kendini bastırıyor zaten. Son olarak, ve en önemlisi de, Kıbrıslı Türkleri yok sayan, var saydığında da “başa bela bir azınlık” gibi gören, en “barışçıl” göründüğü anlarda bile bunu tarihsel bir hesaplaşma ve hakiki bir halkların kardeşliği mücadelesine zemin hazırlamak yerine “tamam tamam hadi uzatmayın”cı pragmatist bir tavır (AKEL dahil). Elbette, parti ve devlet yönetimlerindeki kadrolar için geçerlidir bu sözümüz, gerisi için değil.

İngiltere : Pek çok farklı şey söylenebilir ama en temel olarak, elindeki üslerin güvenliği en temel derdidir İngiltere’nin. 2003’te Irak’a, 2011’de Libya’ya, geçenlerde de Suriye’ye ilk kalkan uçaklar, Kıbrıs’tan havalanmıştı; ki yeni bir şey değil bu, 1950’lerde de Kıbrıs’tan kalkan uçaklar İngiltere’nin “esenliği” için Mısır’ı bombalıyordu.

ABD : İstediğini 74’teki faşist darbe ve işgal ile büyük oranda aldı. “Anavatanlar” Türkiye ve Yunanistan zaten ABD önderliğindeki NATO üyesi. Kıbrıs’taki komünist “tehdit” de ortadan kalktığına göre tek derdi çok baş ağrısı yaşamadan mevcut durumu yasallaştırmak. Bu yasallaştırma niyeti doğalgaz meselesinden sonra muhtemelen daha çok önem kazanmıştır ABD için ki başkan yardımcısı düzeyinde ziyaretlerle ve konuya doğrudan müdahil olup ortak açıklamayı yaptırmak zorunda bırakmalardan bu kolayca görülebilir.

 

***

 

Önem arz etmesine rağmen konuyu uzatmamak adına işin AB ve BM boyutunu bir kenara bırakıp bizim mahalleye bakalım.

 

Eroğlu-UBP cephesi : Çok iyi farkındalar ki, “anavatana” sırtlarını dayamalarının kendilerine Kıbrıs’ın kuzeyi yerelinde oluşturduğu kısmi egemenlik ve saltanatlık alanı gittikçe daraltmakta. Daralmasının sebebi, UBP’nin iktidarda olmaması ya da Eroğlu’nun yeniden cumhurbaşkanı olamama ihtimali değil, bizzat Kıbrıs’ın kuzeyindeki “iktidar”ın gücünün daralması, daha doğrusu AKP’ye ve dolayısıyla Türkiye’ye havale edilmesi. Sağ seçkinlerin farkında olmadığı şey, “anavatan”ın artık kendi egemenlik zeminlerini de iyice daralttığı, kendilerini “dar alanda kısa paslaşmalara” zorladığı, ve Kıbrıslı Türk sağının, kendi “esenliği” için tek çıkış yolunun, varlık sebebi olan Türkiye’ye sırt çevirmeden ancak kendi daralan yerel iktidar alanını eski haline döndürecek ya da genişletecek girişimlerde bulunması gerektiği. Kıbrıs sorunu konusunda zaten bir hareket alanları olmadığı, Türkiye’nin bir iliymiş (ama bu ilin de güçlü valileri ile afilli adamlarıymış) gibi davranmaya çalışmalarından belli.

 

Kudret Özersay ve “Toparlanıyoruzcular” : Bu hareketin Kıbrıs sorununa bakışı Özersay’ın cumhurbaşkanlığı adaylığında simgeleşiyor ve kendi çıkarlarının daha bir farkında olan bir sağ söz konusu Kıbrıs konusu açısından. Bu hareket iç politika anlamında daha kapsamlı ve eleştirel bir şekilde değerlendirilebilir ancak Kıbrıs konusu özelinde, Eroğlu-UBP cephesinin, gittikçe su alan teknede umarsızca batmakta olan geminin mallarını yağmalamaya çalışmalarından farklı olarak, Türkiye ile Kıbrıs meselesinde işbirliği yapmak konusunda (ya da neoliberal uygulamalarla) hiçbir sıkıntısı olmayan ancak öte yandan bunu, Kıbrıs’taki yerel iktidarın manevra alanını genişleterek yapmaya çalışan bir hareket bu ki bu durum, hareketin sözcüsünün Maraş önerisinde de görülebilir. AKP de, uzun vadede, sağcılığın bile hareket alanını kısıtlayan türden bir iktidar alanı yerine, daha esnek manevralara izin veren bir alanın da kendi lehine olacağı düşüncesiyle bu harekete elbette yaklaşabilir ya da belki yaklaşmıştır bile.

 

Ulusal sorun körü sosyalistler : İki gruba ayrılırlar; bir yanda, Kıbrıslı Türklerin varoluş kıskacının hem Kıbrıs Cumhuriyeti hem de Türkiye Cumhuriyeti arasında sıkıştırıldığını görmezden gelip Kıbrıs Cumhuriyeti’ne utangaç eleştirileri de işin içine katmamayı unutarak doğrudan Türkiye’yi hedef alanlar; öte yanda ise, bu yanlıştan nasiplenmemesine rağmen, Kıbrıs sorununun bir ulusal sorun olduğunu, Kıbrıs’ta iki ayrı halkın var olduğunu ve bunun tarihsel anlamını ve önemini kavramayıp, meseleyi –kitapta öyle yazdığı için, ki kitapta da öyle yazmaz- soyut bir “Kıbrıs’ın işçileri” ve onların emperyalizme karşı mücadelesi düzleminde ele alanlar…

 

CTP : Tarihsel açıdan Kıbrıs sorunu karşısındaki poziyonu çeşitli şekillerde yorumlanabilir olsa da, bugün vardığı nokta, rahatlıkla söylenebilir ki AKP’nin dış politikasının kktc şubesi olmaktan öteye gitmiyor. Sürekli değişeceği umudu beslenen bu parti için artık lafı uzatmaya gerek olmadığından, dışişleri bakanı ile başbakanın, özellikle Türkiye’nin adanın güneyine yönelik saldırgan politikaları kapsamındaki AKP’li ağızlardan çıkmışçasına yapılan açıklamalarına bakılabilir. Öte yandan, yine de partinin tabanı hala birleşik bir Kıbrıs’ı talep ediyor, sol değerleri ve barışı sahipleniyor (ya da umarız öyledir, çünkü kendi yönetimleri üzerinde bir baskı oluşturdukları ve sonuç alıcı hareketlere giriştikleri de pek görülmemiştir)

 

DP : Kendi evini efendisi olmaktan söz eden bu partinin sorunu, “kendi evi” dedikleri evde sanki kiracı olan Türkiye evsahibi olan bizmişiz gibi değil de tam tersi yönde davranmaları, rejim/statüko ne zaman dayanak arasa hemen gönüllü olmalarından ve Kıbrıs sorunu özelinde ise, Türkiye’nin “ağız dalaşı” taktiği olan “iki devletli çözüm”ün yılmaz sahiplenicisi olan bu partinin izlediği çizgi de aşikar. Bu arada zaten efendisi olacağız dediklerin evin her odasından da Serdar Denktaş çıkıyor.

 

Yeni bir yol : Kıbrıs’ın bağımsızlığının, ancak iki halkın kardeşleşmesi ve farklı aktörler tarafından da olsa aynı amaçlar çerçevesinde bu iki halka baskılanan neoliberal uygulamalara direnilmesi çerçevesinde gerçekleşeceğini; halkların kardeşliğinin her şeyden önce halkların birbirinin varlığını ve siyasi eşitliğini tanımasından geçtiğini; NATO taşeronu Türkiye devleti ile, devlet bile olmayan kktc ile, ya da katil İsrail devleti ile “savunma” antlaşmaları dahi yapmaktan geri durmayan “solcu” iktidarların yönetebildiği Kıbrıs Cumhuriyeti ile değil, kendi öz dinamikleri ve halkların mücadelesi ile kurulacak olan yeni ve birleşik devletin mücadelesini verecek olan bir yol vardır ve o yol yürünmelidir; yoksa da o yol açılmalıdır. Güzel haber şudur ki, halihazırda yolda olanlar vardır…

 

Celal Özkızan

Baraka aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply