KURTARICILARDAN KURTULMAK – Celal Özkızan

Geçtiğimiz günlerde yeni bir siyasi parti kuruldu…

“Acaba bu parti umut olacak mı” diye sorular sormaya başladı bazı kesimler…

Bazı kesimler ise “bunlar mutlaka güzel şeyler yapacaklar” dediler…

Bazı diğer kesimler ise “bundan da umut olmaz” kanaatine vardı…

“Bekleyip göreceğiz” diyenlerin de sesi duyulmaktaydı…

“Önce bir tadına bakalım, bir kulak verelim, öyle karar veririz” diye ihtiyatlı yaklaşanlar da oradaydı…

***
Bu çok farklı yaklaşımları ortaklaştıran şey ise, hepsinin iyi ya da kötü bir şeyler beklemekte olduğuydu…

Lokantada oturup gelecek yemeğin nasıl olacağını tartışmak gibi bir şeydi bu…

Ve bütün sorun da galiba buydu…

Birileri mutfakta pişirirken ne yiyeceğimizi, bizi sadece o yemeğin tadı ilgilendiriyordu…

Kendi mutfağımızda neden önümüze başkaları tabak koyuyor diye sormaktansa…

Tercih edilen soru, yemeğin tadının nasıl olduğuydu…

***
Kimse kurtarmayacak seni, beni, sizi, bizi…

Kimse gelip tutmayacak elinden, özgürleştirmek için seni…

Diyorsun ya hani, “acaba hangisi en iyi şekilde temsil edecek bizi”…

İşte sen, ben, biz öğrendiğimiz gün kendi kendimizi temsil etmesini…

Nerde mi ?

Sokakta, mahallede, okulda, kampüste, işyerinde, evde, sahillerde, doğada, hayvanlarda, barışta…

Hiçkimse geri vermeyecek sana, şimdi artık otellerin gaspettiği çocukluğumuzun o özgür denizlerini, sen alacaksın; çünkü takım elbiseyle girilmez denize…

Hiçkimse sunmayacak sana daha iyi çalışma koşulları, sen kazanacaksın; çünkü o koşullarda sen çalışmaktasın…

Kimse koymayacak önüne güzel bir barış planı, barış sen olacaksın; çünkü savaşmayı da sen istememiştin zaten ilk başta…

Kimse sunmayacak sana en temel hakkın olan kamusal, kaliteli, bilimsel ve demokratik bir eğitimi, sen söke söke alacaksın; çünkü sensin okula cüzdanını sadece kantin alışverişi için götüren…

Kimse şu –her şeye rağmen- hala büyüleyici olan doğamızı korumayacak, sen sahip çıkacaksın; çünkü o doğada sadece daha rahat nefes almak için yaşayan sen varsın…

Onlarsa iş makinesidir, taş ocağıdır doğaya; onların cüzdanları sırf sen eğitim aldın diye her gün dolmakta; senin için Andreas ve Maria ile yine kardeş ve eşit olmak demek olan barış, onlar için tüccarlara daha birleşik bir pazar yaratmakta; onlar senin “kötü çalışma koşulları ve düşük ücret” olarak gördüğün şeyi “kâr” ve “zenginlik” olarak görüyorlar; onların denizinde sadece para sayma makineleri yüzüyor…

***

N’olur, bekleme kendinden başka kimseden umudu…

Sen “sen” olarak kaldıkça ve “onlar”dan bir şey umdukça, ben kaybediyorum umudumu…

Sen ancak “biz” olan bir şeyin parçası olursan, kazanırız tekrar onurumuzu…

N’olur “ümit etmek”ten vazgeç, durup bekleme artık, harekete geç…

N’olur
“öyle yıkma kendini,
öyle mahzun, öyle garip…
nerede olursan ol,
içerde, dışarda, derste, sırada,
yürü üstüne – üstüne,
tükür yüzüne celladın,
fırsatçının, fesatçının, hayının…
dayan kitap ile
dayan iş ile.
tırnak ile, diş ile,
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan rüsva etme beni.

gör, nasıl yeniden yaratılırım,
namuslu, genç ellerinle.
kızlarım,
oğullarım var gelecekte,
herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
kaç bin yıllık hasretimin koncası,
gözlerinden,
gözlerinden öperim,
bir umudum sende,
anlıyor musun ?”

Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu üyesi