Önce Trajedi, Sonra Fars – Celal Özkızan

“Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde fars olarak.” Karl Marx

Beleşe Deniz hakkı mücadelesinden tutun da Reddediyoruz’a, su geldiydi gelmediydi musluklara verildiydi verilmediydi konusundan tutun da gittikçe artan doğa talanına kadar zaten yüklü olan gündemimiz, bir de Türkiye’den gelen “darbe kalkışması” gelişmesiyle iyice allak bullak oldu. Değil mücadele edip dönüştürmenin, sadece neler olup bittiğinden haberdar olmanın bile ciddi bir çaba gerektirdiği böylesi bir dönemde, derleyici toparlayıcı yaklaşımlar, her ne kadar fazla genelleyici olma tehlikesi taşısalar da, bize yol gösterme açısından faydalı olabilirler. Bu nedenle bu yazıda, Türkiye’deki “darbe kalkışması”nın Kıbrıs’taki ‘ideolojik’ yansımalarını gözden geçirmeye çalışacağım.

Hatırlanacaktır, AKP iktidarının ilk dönemleri, “askeri darbe” söylemlerinin gölgesinde sürmüştü; dahası, AKP hükümetine eklemlenmiş olan liberaller ve sol liberaller de, “askeri vesayete karşı demokrasi mücadelesi” adı altında, AKP’nin pekişmekte olan hegemonyasına “ideolojik malzeme” taşıyorlardı. Aynı yaklaşım, bizzat Kıbrıs’ın kuzeyindeki sol liberal çevrelerde, CTP çevrelerinde ve hatta bazı sosyal demokrat çevrelerde de görülmüştü.

2000’li yılların sonunda Ergenekon ve Balyoz davaları ayyuka çıkınca, bu davaların “iktidar mücadelesindeki” yerine bakmaksızın, Kıbrıs’ın kuzeyindeki bu kesimler de, Türkiye’deki fikirdaşları gibi altı boş ve soyut bir “demokrasi savunuculuğu” yapmışlar ve “askeri vesayetin karşısında durmak” adı altında ve “yetmez ama evet” gibi sloganlarla hem AKP’nin iktidarının pekişmesine, hem de Gülen Cemaati’nin, bu davalarla birlikte oluşan tasfiyeler sonrası boşalan yerlerde kadrolaşmasına zemin hazırlamışlardı.

Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılananlar arasında elbette çok kirli suçlara karışmış, Türkiye halklarına çok büyük acılar yaşatmış ve kafalarında “darbe planları” olan kişiler de vardı…

Ancak hem bu kişiler işledikleri kirli suçlardan dolayı yargılanmıyorlardı, olmakta olan sadece egemenlerin kendi içindeki bir iktidar mücadelesiydi; hem de Türkiye’deki solcular, demokrat insanlar, Kürtler ve gençler de bu “Ergenekon ve Balyoz torbalarının” içine sıkıştırılarak, muhalefet sindirilmekteydi…

Zaten yargılamalar da hukuki bir temelde değildi; hem o gün çeşitli muhaliflerin ve bağımsız gazetecilerin anlattığı gibi, hem de bugün ayan beyan ortaya çıktığı haliyle, hukuk ve demokrasi ile hiçbir ilgisi olmayan tasfiye ve sindirme operasyonlarıydı…

Kısacası egemenler arasında süren ve arada gerçek muhaliflerin de başının ezilmesine yol açan kirli bir kapışma, Kıbrıs’ın kuzeyindeki liberaller ve sol liberaller tarafından bize “askeri vesayete karşı demokrasi” mücadelesi olarak sunulmaktaydı…
Bu, bir trajediydi…

***

Nasıl ki dün, Gülen Cemaati ve AKP kirli bir ittifak yapıp, iktidarlarını güçlendirmek adına, egemen blokun içindeki ulusalcı kanat ile çarpışıyordu, bugün de AKP, çıkarlarının ters düştüğü Gülen Cemaati’ne karşı, -zaten 2013’ten beri ‘barışma’ sürecine girdiği- ulusalcı ve milliyetçi güçleri de yanına alarak, başka türden bir “egemen güçler arası iktidar çarpışmasına” girmiş halde.

Bu çarpışma da, tıpkı Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde olduğu gibi, muhalifleri sindirme girişimine de uzanmış durumda daha şimdiden…

Bugün yine Kıbrıs’ın kuzeyinde, bize bu yaşananların “demokrasi mücadelesi” olduğunu yutturma görevi, bu sefer de “halk ve demokrasi adına” siyaset yaptığını söyleyen Özersay’ın Halkın Partisi’ne düşmüş durumda…

Geçmişin “yetmez ama evet”çilerinin kullandığı dile benzer bir şekilde, “biz AKP iktidarını desteklemiyoruz elbette, Türkiye’de şu anda atılan her adımı da desteklemiyoruz, ama bu yaşanan darbeye karşı bir demokrasi mücadelesidir ve bunu destekliyoruz” diyor Halkın Partisi ve bunu demekle de kalmayıp, AKP eliyle Kıbrıs’ın kuzeyinde baskılar aracılığıyla organize edilen “Demokrasi Şöleni”nde boy göstereceğini açıklıyor…

Bu da, bir farstır…

***

İşin en gülünç yanı ise, geçmişin “trajedisi”ni oluşturan CTP içindeki sol liberal çevreler, bugünün “fars”ını oluşturan Halkın Partisi çevrelerine karşı “Türkiye’de şu an yaşanmakta olan şey bir demokrasi süreci değil” diyorlar…

Ancak işin en acıklı yanı, iki taraf arasındaki görünen tartışmanın aslında suni bir tartışma olmasıdır zira ikisinin de zihinlerinde yerleşmiş olan “demokrasi” anlayışı, altı boş ve soyut bir kavramdan ibarettir…

***

“İyi de peki siz ne öneriyorsunuz” diye haklı bir şekilde sorulacaktır bize…

Türkiye, geçmişte “ulusalcı” bugünse “Siyasal İslamcı” odaklar tarafından yönetilmekteydi…

Bu yönetimler, ilk bakışta görünen tüm farklılıklarına rağmen, çok temel bir ortak noktada buluşuyorlardı : halk düşmanı neoliberal politikalar…

Her ay ölen yüzlerce işçi, sayıları sürekli artan kadın cinayetleri, geleceğe dair umudu elinden çalınan bir gençlik, gittikçe yoksullaşan ve sürekli bir “kriz yönetimi” atmosferinde bir arada tutulmaya çalışılan halklar var Türkiye’de…

Bizler, bu halkları “temsil etmek” adına, kendi neoliberal gündemlerini bazen Siyasal İslamcı bazen ulusalcı (bazense ikisinin birleşimi olan) soslarla Türkiye halklarına dayatmaya çalışanlara ve bu dayatmaları “demokrasi mücadelesi” diye farklı dönemlerde farklı biçimlerde farklı yüzlerle yutturmaya çalışan liberallere inat, Türkiye halklarının daha eşit ve daha özgür bir toplum için verdikleri mücadelelerden yanayız…

“İyi de böyle bir mücadele mi var sanki Türkiye’de” diyecektir size liberaller ve sol liberaller… Diyeceklerdir ki, “böyle bir mücadele olsa, biz de destek veririz, ama şu an kötünün iyisi de olsa, ‘demokratik’ olandan yana olmalıyız” diyeceklerdir…

Onlara kulak asmayın, çünkü onların “böyle mücadele yok ki” dedikleri mücadeleleri görememelerinin sebebi, gözlerinin sadece egemen bloklar arasındaki tarafları görmeleri, ve onlar arasında seçim yapmaktan başka şanslarının olmadığını düşünmeleridir…

Türkiye’de egemen çevrelerin dışında kalan, doğaya, işçi mücadelesine, kadın hakları mücadelesine, gençlik mücadelesine, barışa ve geleceğine sahip çıkmaya çalışan kesimler de var…

Gözlerimizi onlara doğru çevirelim, onların mücadelesini sahiplenelim !

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu