ORTADOĞU BİZE NEYİ GÖSTERİYOR? – Mustafa Keleşzade

Değişik bir zamanda, karmaşık bir sistem içerisinde ve en kaotik coğrafyada yaşıyoruz. Yine de tüm karmaşıklığına rağmen, gelişen sürecin dinamikliği (ki karmaşıklığı da oradan geliyor) bizlere gerçek anlamda bağımsızlık isteyen bir halkın ne yapması gerekti yönünde ışık tutan nüveler içeriyor diye düşünüyorum.

11 Eylül 2001 sonrası bölgemizde başlayan süreci analiz etmek kolaydı. ABD yeni kurulan küresel sistemin parçası olmayan Afganistan ve Irak’ı işgal etmiş ve o bölgelere “demokrasi” getirmeye çalışmıştı.

Ardından gelişen süreç ise ABD için oldukça maliyetli bir tablo yarattı. Elinde tuttuğu bölgeleri hem silahlı olarak kontrol etmek zorundaydı, hem de o bölgelerin yeniden yapılandırılması ve “ehlileştirilmesi” için uğraşmak zorundaydı. Harcanılan yüz milyarlarca dolar ve yaşanılan can kayıplarından ötürü muazzam bir halk baskısı ABD yönetimini vurdu.

Eş zamanlı olarak ise 2008 Finansal krizi dünyayı vurdu. Birbiri ardına çöken bankaları ve şirketleri kurtarmak ise batının büyük güçlerine düşüyordu.

Bu durum bir paradoksu beraberinde getirdi; neo-liberal sitem içinde bulunduğu krizin çözümü için yayılacak yeni coğrafyalara ihtiyaç duyuyordu, Sovyet bloku ile hareket etmiş ve Sovyetlerin çöküşünden sonra otoriter iktidarları ile öne çıkan Ortadoğu ülkeleri tam da aranan kandı, lakin doğrudan işgallerin kanıtlanmış maliyeti bunu imkânsız kılıyordu.

İşte bu paradoks Arap Baharı’nı yarattı. Yozlaşmış ve baskıcı Ortadoğu ülkeleri içten gelişecek meşru hareketler ve batılı güçlerin dıştan sunacağı destekle sisteme entegre edilecekti.

Proje ilk başta oldukça iyi işledi. Libya, Mısır ve Tunus’ta halk hareketleri ile iktidarlar devrildi. Fakat Suriye’de proje tıkandı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından sessizleşen Rusya artık sisteme kendi yoluyla dâhil olmuş, emperyalist bir kutup olarak gücünü sürdürmek istemekteydi. Suriye’nin de Libya ve Irak gibi ilişki ağından çıkması finansal krizin Rusya üzerindeki etkileri ile de birleşince kabul edilemezdi.

Batı bu krizi çözmek için daha önce Libya’da rejim değişikliği için kullandığı, Kaddafi’yi parçaladıkları videodan da tanıdığımız, radikal İslamcıları öne sürdü. Rusya ise kendi ilişki ağı içerisinde olan ve bölgedeki Sünni İslam’ın yayılışından tedirgin olan İran ve ona bağlı Lübnan Hizbullahı’nı kullandı.

İki tarafta kendi cephesine katabildiği kadar “ucuz” asker katmaya çalıştı. Ucuz diyorum çünkü cepheye sürülen askerler doğrudan kendi askerleri olmadıkları ve belli ideolojiler doğrultusunda savaştıkları için silah desteği dışında bir maliyetleri olmuyordu. İki taraf da kendi amaçlarına hizmet edecek askerleri silahlandırabildiği kadar silahlandırdı ve takviye edebildiği kadar takviye etti. Hesaplanamayan ise “ucuz” askerlerin kendi amaçları olabileceğiydi.

Çatışan ABD merkezli batı emperyalizmi ile Rusya merkezli doğu emperyalizminin yarattığı kaos, yeni bölgesel güçlerin oluşmasını sağladı:

Kaos ortamı sonucu Libya’da edindiği deneyim ve bölgedeki radikal İslamcıları birleştirmesi ile güçlenen batının silahlandırdığı IŞİD, Suriye’de kendisine vaat edilenle yetinmeyip Irak’ta Musul’un kapısından girene kadar işin vahameti anlaşılamadı. Irak’ta işgal sonrası yaratılan bölge insanının memnun etmekten uzak zayıf kukla devlet IŞİD’e karşı dur(a)madı.

Batı tarafından Suriye’deki savaşa dâhil edilen Kandil merkezli PYD güçleri, savaşın tarafı olmaktan çıkıp Suriye Kürdistanı’nda devletleşerek demokratik özerklik ilan etti

Irak Kürdistanı yönetimindeki Barzani ise zayıflayan merkezi Irak hükümetinden ayrı kendi çıkarları doğrultusunda hareket edip güçlenmeye başladı.

İçinde bulunduğu krizden kurtuluşunu Suriye’nin yeniden inşasına ve Irak ile süren ekonomik ilişkilerinin devamına bağlayan Türkiye ise IŞİD’in dünya kamuoyu tarafından istenmeyene dönüşmesinin ardından bölgede kendisine yakın diğer İslamcı örgütleri desteklemeye koyuldu. Ayrıca bölgenin yükselen gücü ve Türkiye iktidarı ile tarihsel ve ideoloji olarak zıt konumdaki PYD’ye karşı, Barzani ile ittifaka girdi ( PYD, Barzani için de Kürt halkı üzerindeki egemenliği açısından tehdit hissi yaratmaktaydı ) .

Son olarak ise kendisini toparlamaya uğraşan ve özellikle Barzani’nin bağımsız hareketlerine ve Türkiye’nin bölgesine dâhil olmasına karşın batıdan destek göremeyen merkezi Irak hükümeti Rusya ile yakınlaşma içerisine girdi.

İşte en kabataslak hali ile her gün onlarca ülkenin yüzlerce farklı uçağının vurduğu bölgenin trajik durumu bu. Peki, bu durumdan biz ne mi çıkarabiliriz?

Pek çok şeyin yanında esas dikkat çekmek istediğim PYD’nin konumudur. Bölgeye Esad’ı devirmek için batı güçlerine destek olsun diye bölgeye dâhil edilen PYD, ilerleyen süreçte kendi halkını koruyan ve tüm bu kargaşa sürerken yeni bir hayatın temellerini bölgesinde atan bir güce dönüştü. Bölgesini hem IŞİD saldırılarına (IŞİD’in ilk yenilgisi ve gerilemesinin başlaması Kobane’de olmuştur) , hem de Esad’ın otoriter rejimine karşı korudu ve korumaya devam ediyor.

PYD’nin şekillendirdikleri örnek bize emperyalizmi tanımlamak ve aşmak konusunda yardımcı olabilir. Çok kutuplu bir dünyada yaşıyoruz ve kutuplardan hiçbiri bizlerin ne istediğini önemsemiyor. Onlar için önemli olan kendi temsil ettikleri çıkarlar. PYD bize onların isteğinin her zaman olmayacağını gösterdi.

Satranç benzetmesi ile anlatmaya çalışırsam; emperyalizm satranç tahtasında hangi taşın tahtada olacağını ve nerede olacağını belirleyemez. Sadece taşların bir sonraki hamlesinin yönünü ekonomik, askeri ve siyasi gücü ile belirlemeye çalışır. Tahtanın başında batı ve doğunun güçleri oturuyor olabilir, ama PYD bizlere taşların da gücü olduğunu gösterdi.

Öncelikle örgütlenerek kendisini satrançta, tahtanın başındakilerin önemsemesi gereken bir taş haline getirdi, ardından ise süreci doğru tahlil ederek kendi hamlelerini şekillendirdi. Tek bir gücün kuklası haline gelmeden, farklı güçlerle birlikte hareket etti. Böylece halkını ve kendisini özneleştirdi.

Sizce Kıbrıs’ta da adına ister çözüm süreci, isterseniz Kıbrıs Sorunu diyelim, bir satranç dönmüyor mu? Peki, biz süreci doğru okuyabiliyor muyuz? Ya da daha önemlisi, tahta üzerinde bir taş olmayı başarabildik mi?

 

Mustafa KELEŞZADE

Bağımsızlık Yolu