Özkızan:Federasyon İstenci Öyle “Amma Meraklısınız Ha Rum Kardeşlerinizle Yaşamaya” Meselesi Değildir

Bağımsızlık Yolu Kurucu Üyesi Celal Özkızan yaptığı açıklamada “Kıbrıslı Türkler açısından federasyonun gerçekleşmeyip mevcut durumun sürmesinin ve müzakerelerden sonuç alınamamasının yükü, federasyonu ve çözümü savunanların omuzlarında değil, “kktc forever” ve “iki devletli çözüm” diyenlerin omuzlarındadır.” ifadelerine yer verdi.

Cebinde Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu bulunan milliyetçiler, Türkiye’den göç etmiş ve kktc dışında hiçbir şeyi olmayan Kıbrıslı Türklere “devletimizi yaşatacağız” diye nutuk atıyor. Tanınmış bir devletin vatandaşı olmnın bütün nimetlerinden faydalanıp keyfine bakan Türkiye’deki vatandaş, “amaan, dünyaya bağlanıp da ne yapacaksınız” diye akıl veriyor.

Açıklama şöyle:

“Rumlar sizi istemez, siz tutturdunuz bir çözüm, barış ve federasyon da gidersiniz, aha istemezler be sizi!”

Müzakereler başarısız olup mevcut durum sürdükçe, ve buna rağmen pek çok Kıbrıslı Türk çözüme ve federasyona duyulan ihtiyacı vurguladıkça, karşılarında hep bu cümleyi bulurlar. Bu cümlede haklılık payı yok değil. Doğrudur, federasyon ve çözüm, sırf Kıbrıslı Türkler istedi diye gerçekleşmeyecek. Doğrudur, kuzeydeki çözüm iradesi ve hareketi güneydekinden çok daha güçlü oldu son 25 yıl boyunca. Kıbrıs’ın güneyi AB’ye üye tanınmış bir devlet olduğundan, federasyona ve çözüme sıkı sıkıya sarılan bir iradenin gelişmesi de kolay değildir güneyde, doğrudur.

Ancak doğru olmadığı kesin olan bir şey var. Kıbrıslı Türkler açısından federasyonun gerçekleşmeyip mevcut durumun sürmesinin ve müzakerelerden sonuç alınamamasının yükü, federasyonu ve çözümü savunanların omuzlarında değil, “kktc forever” ve “iki devletli çözüm” diyenlerin omuzlarındadır.

Neden mi?

Bazen unutuyoruz galiba ama, biz tanınmamış bir devlette yaşıyoruz. Yeryüzünde bizim durumumuzda olan çok ama çok az halk var. Dünyanın bir parçası değiliz. Bu çok korkunç bir şey. Bilmem farkında mıyız ama yaklaşık 50 yıldır tanınmamış bir devletin altında, dünyadan kopuk bir biçimde, doğrudan uçuşların, doğrudan seyahatin, doğrudan ticaretin mümkün olmadığı topraklarda yaşıyoruz. Bizi tanıyan tek ülkenin futbol takımları Kıbrıs’ın güneyindeki futbol takımlarıyla resmi futbol maçlarına çıkıp, bizim futbol takımlarımızla dostluk maçı bile yapmıyor. Hiçbir kültürel ve sportif faaliyete, hiçbir diplomatik ve uluslararası platforma, hiçbir hukuki ve insani yapıya bir toplum olarak dahil olamıyoruz; ya hep dışarıda kalıyoruz, ya da çok dolaylı yollardan, kendi kimliğimiz olmadan içeriye girebiliyoruz. Hele hele Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayıp Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportuna sahip olmayan insanlarımız, ki yüz binlerce insanımız var böyle, bireysel olarak da dünyadan tamamen kopmuş durumdadır. Elbette bir çözüm durumunda bütün dertlerimiz bitmeyecek, hatta dertlerimizin pek çoğu devam edecek. Ancak dünyanın parçası olmak, dünyaca tanınmış bir yapının parçası olmak başlı başına çok olumlu bir gelişmedir Kıbrıslı Türkler için.

“Federasyon” ve “çözüm” diyenlerin temel motivasyonu dünyaya bağlanmaktır. “Barış”, birbirimizi kandırmayalım, bu işin “estetik ambalajıdır”. Biz de biliyoruz barış dediğimiz şeyin masada ya da çözüm planları ile inşa edilmediğini, halklar arasında karşılıklı güven ve dayanışmayı gerektiren uzun vadeli bir süreç olduğunu ve “hukuki” çerçevelerle değil toplumsal, ekonomik ve kültürel süreçlerle gerçekleştiğini… O yüzden “federasyon” ve “çözüm” siyasetinin ardında yatan temel motivasyon, pek çok Kıbrıslı Türk için, dünyaya bağlanmaktır. Mesele öyle “amma meraklısınız ha Rum kardeşlerinizle yaşamaya” meselesi değildir basitçe yani.

İşte “federasyon” ve “çözüm” diyenler, en azından bu korkunç durumun içinden çıkmak için, gerçekçi tek yolun birleşik bir Kıbrıs olduğunu ve bunun da ancak federal bir çözüm modeli ile başarılabileceğini bildiklerinden “çözüm” ve “federasyon” diyorlar ve bunun için mücadele ediyorlar. Müzakereler başarısız olunca, bir çözüm bulunamayınca da üzülüyoruz, çünkü içinde bulunduğumuz dünyadan kopuk durum aynen sürüp gidiyor. Peki “Rumlar sizi istemez, vazgeçin bu federasyon işinden” diyenler, siz hangi yüzle bu başarısızlık ile dalga geçiyorsunuz? En azından biz, bu durumdan kurtulmak için bir yol deniyoruz, bu toplum daha iyisine layık olsun diye canımızı dişimize takıyoruz? Siz ne yapıyorsunuz?

Bu durumun sürüp gitmesinin hesabını vermesi gereken, müzakerelerin başarısız olmasının ve bir çözüme henüz ulaşılamamış olmasının hesabını vermesi gereken, çözüm ve federasyon isteyenler değil, “İstemez sizi Rumlar, siz da daha uğraşıp durursunuz” diyenlerdir. Tamam güzel kardeşim, biz boşuna uğraşıp duruyoruz, iyi güzel de, sen ne yapıyorsun? Neden sen hiç hesap vermiyorsun bu mevcut durum sürüp gidiyor diye. Yaklaşık 40 yıldır “kktc’yi tanıtalım” diye ortalıkta dolanıyorsunuz, güç ve yetki de hep sizin elinizdeydi, ama bırakın tanınmayı, tanınma dışında kalan dolaylı ilişkileri geliştirmek konusunda bile bir milim mesafe katedemedi kktc. Sizin planınız ne? Bu korkunç durum sürüp gitsin mi? Yok gitmeyecek ise, sizin planınız ne? Plan derken, Maraş’tan doğalgazdan söz etmiyorum; dünyaya bizi nasıl bağlayacaksınız? Yoksa sonsuza kadar bu durum sürüp gidecek mi? “Rumlar sizi istemez, ne federasyonu” diye konuşuyorsunuz da, bütün dünya kktc’yi istemiyorken “kktc’yi tanıtacağız” demenin hesabını niye vermiyorsunuz?

Hele hele, Türkiye’den bize “Rumlar sizi istemez siz daha onlarla barış yapmaya çalışırsınız” diye akıl verenler; oh ne güzel, sizin ülkenizin bütün dünya ile ilişkileri var, sportif ve kültürel anlamda dünyaya bağlısınız, her türlü uluslararası sportif ve kültürel etkinliğe ev sahipliği yapabiliyorsunuz, kendi sporcularınızı ve sanatçılarınızı kendi kimliğiniz ile dünya sahnesinde izleyebiliyorsunuz, her türlü ekonomik sosyal kültürel insani hukuki diplomatik yapının içine dahilsiniz. Ülkenizin dünyanın pek çok memleketiyle ticari antlaşmaları var, havaalanlarınıza her gün doğrudan uçuşlar gerçekleşiyor. Siz tanınmamış bir devlette yaşamanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Bireysel olarak dünyaya birazcık dahi bağlanabilmek için başka bir ülkenin pasaportuna muhtaç olmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Tüm dünya olimpiyatlarda, müzik yarışmalarında, sportif etkinliklerde bir araya gelirken, bunları sadece televizyondan izlemenin ne demek olduğunu bilir misiniz? Bilmezsiniz. Bilmediğiniz için de çözüm iradesini anlayamazsınız.

“Tamam biz de istiyoruz dünyaya bağlanalım, tamam bir çözüm de olsun, ama neden illa federasyon olsun, neden iki devletli çözüm olmasın, neden Rumlara toprak tavizi verelim, neden ortak devlette yaşamak zorunda kalalım” diyenler var.

Eğer bugün “federasyon” tek mevcut çözüm yolu ise, bunun sorumlusu federasyoncular değil, milliyetçilerdir.

Neden mi?

Çoğu kişi unutmuşa benziyor ama, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden biz kovulmadık, dönemin milliyetçi liderliği nedeniyle biz kendimiz ayrıldık. Hatta İsmet İnönü (dönemin Türkiye başbakanı) “yapmayın” dedi. “Savaş vardı, Rumlar Türkler birbirine girdiydi, çekilmeyip da ne yapacaktık” diyenleriniz olabilir. İkisi birbirine karıştırılmasın. Can güvenliğimiz için alınması gereken önlemler ile “devletten çekilmenin” hiçbir alakası yok. Elbette ki savaş durumunda o devleti artık ortak yönetmek mümkün değildi. Ancak “resmi olarak” devletten çekilmeye gerek yoktu. Aksine, dünyaya dönüp, “Kıbrıs’ta tanınmış olan tek devletin parçasıyız, ve bu devletin diğer ortağı bizi yok etmeye çalışıyor” dememiz, o devletin bütün uluslararası gücünden, tanınmışlığından faydalanmamız gerekirdi. Bizim milliyetçi liderliğimiz ne yaptı? Sırf “Türkler ayrı devlet ister, ortak devlet istemez” artistliği yapsın diye, o devletten resmi olarak çekildiğini açıkladı. Halbuki Makarios da ayrı devlet isterdi, Makarios da ortak devlet istemezdi Türklerle, Makarios da Kıbrıs Cumhuriyeti’ni değil Kıbrıslı Elen devletini isterdi; ama ne yaptı, elindeki uluslararası tanınmış devletin gücünden vazgeçmedi, vazgeçmemeyi bırak, o devleti sahiplenmemesine rağmen onu kullandı. Zaten sonra da kullana kullana kendinin yaptı. Biz, tanınmış bir devletin parçasıydık. Kendimizi “devletsiz” bir duruma biz soktuk. “Biz burdayız, bir yere gitmiyoruz. Bize saldırıyorlar, biz kendimizi koruyacağız, ama bu devleti de onlara yedirmeyeceğiz. Çok istiyorlarsa onlar bu devleti bırakıp kendi ayrı devletlerini kursunlar” diyebilirdik. Demedik. Egemenliği, tanınmışlığı, uluslararası tüm bağları Makarios’un eline teslim ettik. Milliyetçiler yaptı bunu. Hem de kimse kendilerinden böyle bir şey istememesine rağmen. Türkiye bile “yapmayın” demesine rağmen. Kendi can güvenliğimizi savunmak için bunu yapmamıza hiç gerek olmamasına rağmen.

Devam edelim. Temmuz 1974’e geldik. 1974’te, dünyanın gözünde, “haklı ve mağdur” olan Kıbrıslı Türklerdi. Türkiye’nin adaya ilk askeri müdahalesine de kimse karşı çıkmadı. İşte tam da böyle bir dönemde, o haklılıktan yola çıkarak, “biz güvence istiyoruz, artık ayrı devlet mi olur, federasyon mu olur, konfederasyon mu olur x mi olur y mi olur bilmiyoruz, oturup konuşalım, ama biz bu adada ölüm korkusu çekmeden, ama dünyadan da kopmadan yaşamak istiyoruz” diyebilirdik. Hatta gerçekten de müzakereler başladıydı bu yönde, Temmuz 74’ten hemen sonra. Peki bizim milliyetçi liderlik, arkasına Türkiye’yi de alarak ne yaptı? İkinci bir askeri harekat gerçekleştirip, sınırı çekip, “biz kuzeyde yeni bir siyasi yapı kurduk” dedi ve kendini dünyadan izole etti. Tekrar edeyim, “can güvenliği” ile “devlet işi” birbirine karıştırılmasın. Can güvenliğini sağlamak için gereken her şey yapılmalıydı, ve yapıldı da zaten. Ancak milliyetçilerin derdi sadece can güvenliği değil, “kendi ayrı devletini ilan etmekti”. 83’te de kktc’nin ilanı ile bunu yaptılar zaten.

Elbette artık geriye dönüş yok, olan oldu. Ancak görüldüğü üzere, bizi bugüne taşıyan bütün kararları milliyetçiler aldı. Kimse onlara 1964’te “tanınmış bir devletten çekil” demediydi, ama onlar çekildiler. Kimse onlara, “hepimizin yaşadığı can güvenliği sorununu ve acıları kendine siyasi malzeme yapıp, siyasi bir maceraya çık” demedi, ama çıktılar. “Hade böyle bir maceraya giriştiniz, bari bunu üsturuplu yapın, başını sonunu düşün, dünyadan izole kopuk olmasın, planlarınızı ona göre yapın ki halkınız açıkta kalmasın” dedik, onu da dinlemediler. kktc’nin kuruluşunu dünyaya anlatmayı geçtim… kktc’nin kuruluşundan, Denktaş’ın yakın çevresi dışında hiçbir Kıbrıslı Türk’ün haberi bile yoktu kktc’nin ilanından 1 gece öncesine kadar. Böyle iş mi olur? Çocuk oyuncağı mı bu? “Ne yani devlet kurmayalım mı, hakkımız değil mi” diye sorabilirsiniz. Herkesin canı devlet kurmak ister, ama bu sorumluluk gerektirir. Kimsenin tanımayacağı, kimsenin sallamayacağı devleti ben da kurarım. Gidin Elye’ye bakın orda da “Elye Cumhuriyeti” var. Devlet kurmak olay iş. Mesele onu saygın bir devlet yapabilmekte, dünya arenasında yerini almasını sağlayabilmekte, o devletin vatandaşlarını o devlet aracılığı ile dünyanın bir parçası yapabilmekte. Siz bunların hiçbirini yapmadınız. Yapmak için uğraşmadınız bile. Dahası, sizin başımıza açtığınız bu belanın sonuçlarıyla da yüzleşmediniz. Yüzleşmemeyi geçtim, yüzleşmeye çalışıp bu durumu değiştirmeye çalışanlarla da “Rumlar istemez sizi, boşuna uğraşırsınız” diye aklınızca dalga geçtiniz. Bu kadar sorumsuzluk hiçbir yerde görülmemiştir.

Cebinde Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu bulunan milliyetçiler, Türkiye’den göç etmiş ve kktc dışında hiçbir şeyi olmayan Kıbrıslı Türklere “devletimizi yaşatacağız” diye nutuk atıyor. Tanınmış bir devletin vatandaşı olmnın bütün nimetlerinden faydalanıp keyfine bakan Türkiye’deki vatandaş, “amaan, dünyaya bağlanıp da ne yapacaksınız” diye akıl veriyor. Hiçbiri de “federasyon” dediğimiz şeyin bir “Türk tezi” olduğunu, en çok Türkiye ve Kıbrıslı Türkler tarafından sahiplenildiğini, çünkü mevcut durumda dünyaya bağlanmanın federasyon dışındaki tek yolunun Kıbrıs Cumhuriyeti’nde azınlık olmak olduğunu, bunu da hiçbirimizin istemediğini bilmiyor.

Bizi dünyadan kopuk bir biçimde kktc’nin içine hapsettiğiniz yetmiyormuş gibi, şimdi bu dünyadan kopuk yerde sahip olduğumuz ufacık ve tanınmamış iradeyi bile toptan satılığa çıkarıyorsunuz ve bizden onay bekliyorsunuz. Onay vermeyeceğiz. Cevap vereceğiz.

#CevapAkıncı