POLİS PROVAKASYONU DAVASI ÜZERİNE DEĞERLENDİRME-NAZEN ŞANSAL

Siyasi davaları kamuoyunun gündemine taşıma işlevini başarıyla yerine getirmekte olan yargilaniyoruz.org sitesi, geçtiğimiz ay “polis provokasyonu” adıyla duyurduğu bir davayı takip etmekteydi. Dava konusu olay, TC Hükümeti tarafından dayatılan ekonomik pakete karşı 2011 yılının 28 Ocak ve 2 Mart tarihlerinde gerçekleştirilen toplumsal varoluş eylemlerinin ardından 7 Nisan 2011 tarihinde Meclis önünde gerçekleştirilen protestoda meydana gelmişti. Sivil giyimli olup üzerlerinde polis olduklarını belli eden kıyafet veya isimlik bulunmayan kişiler, eylemcilerin arasına karışmış ve yaptıkları provokasyon neticesinde eylemcilerle söz konusu kişiler arasında arbede yaşanmasına sebep olmuşlardı. Yaşanan bu olaylardan dolayı, batırılan KTHY çalışanı Tarkan Atakan aleyhine, “Polisi Darp, Görevinden Men, Sulh ve Sükunu Bozma, Sulh ve Sükunu Bozması Muhtemel Davranışta Bulunma, İtale-i Lisan (Sövme)”suçlamalarıyla dava açılmıştı. Başlangıçta hiçbir suçlamayı kabul etmeyen Atakan, davanın ilerleyen aşamalarında, savcılığın, darp edildiği iddia edilen kişinin polis olmadığını, polislik görevini ifa etmediğini kabul etmesi ve davadaki polis ifadelerini geri çekmesi üzerine diğer suçlamaları kabul etmişti. Bu davanın, gerek polis ve savcılığın tutumu gerekse savunma boyutuyla değerlendirilmesi, artılarının ve eksilerinin açık yüreklilikle ortaya konması, bundan sonra karşımıza çıkabilecek siyasi davaların mücadeledeki yeri bakımından önem arzetmekte.

Öncelikle, 19 Temmuz davaları olarak bilinen, Tayyip Erdoğan’ın ülkemizi ziyareti sırasında KTHY binası önünde yaşananlardan dolayı eylemcilere açılan polisi darp ve görevinden men davalarındaki kazanımın bu davayı da olumlu etkilediği gerçeğini teslim etmek gerekir. 19 Temmuz davalarında mahkeme, üniformalı olan hatta amirleri tarafından emir almış olan polislerin dahi, yasal görevlerini aşıp eylemcilere saldırdıkları an polislik görevi yapmadıklarını, dolayısıyla polisi darp suçlamasından söz edilemeyeceğini söylemişti. (Bu davayla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bakınız http://yargilaniyoruz.org/?p=12066) Haliyle polis provokasyonu davasında savcılık, sivil giyimli olarak eylemcilerin arasına karışan ve olay çıkaran kişilerin, polis olduğunun konusunu bile etmek istemedi. Kaybedeceği kesin olan bu davayı geri çekerek, polis teşkilatını mahkeme önünde rencide olmaktankurtarmaya çalıştı. Çünkü duruşması yapılsaydı, sendikaların çağırdığı bir eylemin içinde sivil giyimli polislerin ne amaçla bulunduğu, eylemcilere sözlü ve fiziki olarak neden sataştığı, bu davanın doğrudan konusu olmamakla birlikte bazı görüntülerde yer alan Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağının taşınmasına hangi yasaya dayanarak ve kimden emir alarak müdahale ettiği gibi hususlar tartışmaya açılacaktı.

Bu davada, savcılığın “polis” ve “başmüfettiş” ifadelerini sorgusuz sualsiz çıkarıvermesi, polis teşkilatının, sivil kıyafetle eylemlerin içine dalıp provoke etmesinin hukuken savunulamayacağını idrak etmesi bakımından önemli bir kazanımdır. Bundan böyle polis mensupları bilmelidirler ki, sivil kıyafetle gönderildikleri eylemlerde sıradan bir vatandaştan farklı değildirler.

Öte yandan diğer suçlamalar olan “Sulh ve Sükunu Bozma, Sulh ve Sükunu Bozması Muhtemel Davranışta Bulunma, İtale-i Lisan (Sövme)”, duruşması yapılmadan kabul edilmek durumunda kalındı. Oysa, “suç”un işlendiği yer bir eylem alanıdır ve 19 Temmuz davasının kararında da belirtildiği gibi, eylem yapma hakkının kullanılması, rahatsızlık vermeyi de içermektedir. Çünkü zaten eylemler bir tepkiyi dile getirmek için yapılır ve sessiz sedasız, sükunet içerisinde bir protesto düşünlemez. Bir eylemde sulh ve sükun, ceza yasasındaki anlamında değilse bile zaten bozulmuştur, bozulmalıdır. Toplumsal sulh bozulmuştur ki bir grup insan sokaktadır, hakkını aramaktadır. Sükunet bozulmalıdır ki, eylem “ses getirsin”, eylem yapma hak ve özgürlüğü amacına ulaşabilsin. Hukuksal argümanlarla da desteklenebilecek bu mantıki yol ortada dururken, bazı davaları kabul etme yoluna gidilmesinde özellikle

iki etken göze çarpmakta: Sendikaların, siyasi davaları, eylemlerinin devamı niteliğinde, kamusal bir mücadele alanı olarak görme kültürünün henüz yaygınlaşmamış olması ve; ilerici, solcu avukatların dahi büyük çoğunluğunun mesleki körlük içerisinde kalarak sadece hukuki meselelere odaklanmaları ve siyasi savunma yapma konusunda ufuklarını geniş tutamamaları…

Bu davada sadece eylemcinin üyesi olduğu sendika konuya müdahil olmuş ancak davanın siyasi bir bakış açısıyla değerlendirilmesine, gerek polis provokasyonu gerekse eylem yapma hak ve özgürlüğüne müdahale boyutlarıyla kamuoyunun gündemine taşınmasına yeterli ağırlığı verememiştir. Oysa sendikaların, kendilerinin çağırdığı, dolayısıyla üyelerinin güvenliğini sağlamak zorunda oldukları bir eylemde, polisin, eylemciler içine girerek bağırıp çağırması, eylemi terörize etmesi sendikaların tümünün ciddi bir meselesi olmalıdır. Üyelerini aktif kılmak ve sokağa çıkarmak hususunda zaman zaman sıkıntılar yaşayan sendikalar, eylemlerinin içine giren ve arbede çıkaran polislerin yarattığı huzursuzluğu, polis teşkilatına şikayet ederek gündemde tutmalıydılar. Böylesi bir davanın akabinde de, davaya konu olan ve polis teşkilatında çalıştığı bilinen kişinin, eylemi provoke ederek“suç” işlenmesine sebep olduğu gerekçesiyle polis teşkilatına şikayette bulunulması manidar olacaktır. Nihayetinde sendikal mücadele de, neoliberal dönemin çetinleşen koşullara göre değişip gelişmeye mecburdur. Dünyadaki siyasi dava örnekleri göstermektedir ki, hukukun, sanıldığı kadar da kutsal ve değişmez olmadığı, devrimci bir duruşla hukukun da zorlanabileceği anlayışı yaygınlaşacaktır.

Avukatlık mesleği içerisinde toplumsal mücadelelere destek olan değerli kişiler olmakla birlikte, siyasi davaları devrimci bir bakış açısıyla savunan bir avukat grubunun varlığından henüz söz edememekteyiz. Polis provokasyonu davası, çeşitli boyutlarıyla ele alınarak, hem siyasi hem de hukuki olarak oldukça zengin bir savunmanın konusu olabilirdi. Kamuoyunun da dikkatini çeken böylesi bir davada, polise hukuka uygun davranma baskısı yapılırken, eylem yapma hakkının sınırları tartışılıp genişletilebilir ve anayasal özgürlükler anlamında kazanımlar elde dilebilirdi.

Yıldırma amaçlı olarak eylemcilere teker teker açılan bu gibi davalar, devrimci avukatların çoğalması ve sendikaların siyasi davaları da önemli bir mücadele alanına çevirmesiyle, hem hukuksal hem de toplumsal zaferlerle sonuçlanacaktır. Bunun için yaptıklarımızdan ve -belki de daha çok- yapamadıklarımızdan öğreneceklerimiz var…

Bu makalenin yayınlandığı siteye http://yargilaniyoruz.org/?p=12131adresinden de ulaşabilirsiniz

Nazen Şansal – Baraka aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply