RADYOAKTİF OLMA AKTİF OL! – NAZEN ŞANSAL

Düşündükçe huzursuzlanıyorum… Her canlının hayatta kalma ve neslini sürdürme içgüdüsünden midir, AKP’ye karşı duyduğum, sebepleri saymakla bitmeyecek öfkeye yeni bir neden daha eklenmesinden midir, hükümet eden işbirlikçilerin iki yüzlü ve basiretsiz hallerine tahammülsüzlüğümden midir, var olmaya çalışan bir halk olarak yokmuşuz gibi davranılmasından mıdır, tam bilmiyorum. Ama az öteye bir nükleer santral yapılacağını düşündükçe huzursuzlanıyorum. Mışıl mışıl uyuyan kızımı seyrederken, Fukuşima veya Çernobil yakınında bir evde de bir çocuk böyle uyuyordu diye geçiyor aklımdan… Kara kediciği okşarken, bir kaza olmasa bile kaç hayvan radyasyondan etkilenecek, belki de ölecek diye düşünmekten alamıyorum kendimi…

 

Benim gibi başka huzursuzlananlar da var; doktorlar, çevre mühendisleri, biyologlar, kültür sanat dernekleri, siyasi hareket ve partilerden kişiler, sendikacılar, ekoloji çevre örgütü gönüllüleri… Ve birlikte oluşturduğumuz “Nükleere Hayır Platfomu”, kederi paylaşıp kaderi değiştirmeye çalışan bir mücadeleyle biraz olsun rahatlatıyor içimi. Tek biz de değiliz hani… Türkiye’de de neredeyse on senedir uğraş veriliyor bu nükleer bombayı durdurmak için. Sokağın hukukun zorlanmasıyla çok önemli kazanımlar elde ediliyor. Hak, hukuk tanımazlığı ile meşhur AKP ve ekmeğine yağ sürdüğü sermaye, mahkeme kararlarına rağmen süreci ilerletmeye çalışsa da, ÇED raporuna karşı açılan davalar kazanılıp nükleer santralin inşası büyük ölçüde durduruldu. Şimdi de, tesadüf o ki Putin’in Türkiye’yi ziyaretine saatler kala onaylandı yeni ÇED raporu. Ve hiç şaşırmayacağınız bir şekilde, Akkuyu Nükleer AŞ, Rusya’nın devlet şirketi olan Rosatom’un at şirketlerinden biri…

 

Nükleer santrale karşı olmak için insan sağlığından, doğa tahribatına, çevre ve yaşam hakkından, riskin bedelinin çok ağır olmasına kadar pek çok sebep sayılabilir. Teknik olarak uzak olduğumuz bu konuyla ilgili bilgi ve deneyimlere de başvurduğumuzda haklılığımızı ve mücadeleyi büyütmemiz gerektiğini bir kez daha anlıyoruz.

Ankara Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı şöyle diyor:

Bugün dünyada 442 ticari reaktör var. Bu santrallerde kullanılan atıkların insanlara zarar vermemesi için yarı ömürlerinin geçmesi gerekiyor. Bu da bazı radyoaktif elementler için 100-150 yıl anlamına geliyor. Nükleer atıkları doğadan izole bir şekilde 100-150 yıl bekletmeniz lazım. Bunun doğadan izole bir biçimde bekletilmesini sağlayacak lisanslı bir depolama yöntemi yok. Kimi toprakta kimisi havuzlarda bekletiliyor, bunlar da risk. 

Mühendislikte risk hesabı vardır. Risk hesabı yapmak için riskin gerçekleşme ihtimali çarpı sizin gerçekleşmesi durumunda ödeyeceğiniz fatura hesaplanır. Örneğin Fukuşima’da yaşanan nükleer santral kazasının faturası 500 milyar dolar civarında olacaktır deniyor. Böylesi nükleer kazaları kapsayan bir sigorta kuruluşu yok. Hiçbir sigorta kuruluşunun sigortalamadığı bir tesiste ısrar edilmesi matematik ve mühendislik hesabının olmadığını gösteriyor. 

Tıp dünyasında teşhis ve tedavi amacı dışında nükleer tekniklerin kullanılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bütün dünyada enerji ihtiyacı nükleer santraller yerine alternatif kaynaklarla sağlanabilir. Etrafına zarar vermediği sürece hidrolikler, güneş, rüzgar ve deniz dalgalarından elde edilen enerji kullanılabilir. İnsanlık nükleer enerji santralleri kurmak ve risklerinden korunmak için harcanan parayla yeni, alternatif enerji kaynaklarına yönelebilir. Bu yöntemleri kullanıp geliştirebilir. Kısaca; nükleer enerjiye karşıyız çünkü dışa bağımlılığı arttırıyor, riskli, atık sorunlu ve pahalı bir sistem.”

 

Öte yandan nükleer enerji üretimi ile nükleer silah üretiminin, aynı hammadde ve birbirine benzer yöntemlerle yapılabiliyor oluşu, emperyalizmin kirli savaşların yaşandığı Ortadoğu’nun bir paçası olan bölgemiz için olası başka felaket senaryolarını da akla getirmekte. Pek manidardır ki yakın bir geçmişte TC Bakanlar Kurulu, “Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği”nde bir değişiklik yaptı. Henüz ortada bile olmayan nükleer santraller, “özel güvenlik bölgesi” kapsamına alındı ve güvenlik sınırı bir kilometre olarak belirlendi. Bu bölgelere yaklaşmak tamamen yasaklanırken, Yönetmeliğin başka bir maddesi ile hava sahasında, özellikle Türk uyruklu kişilerin uçuş yapması şu cümle ile engellendi: “Nükleer santraller üzerinde tesis edilen hava askeri yasak bölgelerde Türk uyruklu kişilerin kullanımındaki her türlü hava araçlarının uçması veya altında bulunan mahallere inmesi yasaktır.”

 

Nükleer santrallerle ilgili kurallar koyan uluslararası sözleşmeler bulunmakla birlikte, nükleer gücü elinde bulunduran devletlerin, bu konudaki ulusal yetkilerini paylaşmak istememelerinden dolayı, genelde bu sözleşmeler muğlak ve bağlayıcılıktan uzak ifadeler içermekte. Ancak yine de iyi komşuluk ilişkileri geliştirmek isteyen devletlerin uymayı görev bileceği uluslararası normlar da mevcut. Örneğin Türkiye’nin onayladığı Nükleer Güvenlik Sözleşmesi, bir nükleer tesisin kurulmasından önce, bu tesisin civarında bulunan ve bu tesisten etkilenmesi muhtemel komşu devletlerle müzakere edileceğini ve bu tesisin, o devletin toprakları üzerideki olası etkilerini değerlendirmesi için komşu devlete bilgi verileceğini öngörmekte. Sınıraşan Çevresel Etki Değerlendirmesi Sözleşmesi’nde de komşu ülkeleri bilgilendirme, müzakere ve katılım ilkeleri yer almakta. Ciddi nitelikte sınıraşan çevresel kirliliğe neden olma yasağı, ihtiyatlılık ilkesi ve işbirliği yükümlülüğü gibi uluslararası teamül hukuku kuralları da TC’nin, kktc hükümetine ve Kıbrıs halklarına karşı bazı yükümlülükleri olduğunu söylemekte. Ancak komşu ülkenin hükümetini ve halkını karar süreçlerine dahil etmeyi gerektiren bu yükümlülükler, Türkiye hükümeti tarafından, arka bahçeciği olarak gördüğü kktc’ye karşı uygulanma gereği duyulmamakta.

 

İyi hoş da, kendi ülkemizin dahi çevre ve enerji politikalarına müdahil olmakta zorlanırken, bir başka ülkenin hükümetine sözümüzü söylemek, sesimizi duyurmak nasıl olacak? Elbette hukuktan sokağa, siyasetten uluslararası dayanışmaya her alanda mücadeleyle… Radyoaktif bulutlar sınır tanımadığına göre sınırsız bir mücadeleyle…

 

Nazen Şansal

Be the first to comment

Leave a Reply