Seçim Siyasetinin Açmazı ve Son Krizle Somutlaşan Alternatif – Münür Rahvancıoğlu

Son yıllarda Kıbrıslı Türk siyasal yaşamına hükümet olmayı hedefleyen siyasal partiler açısından derin bir açmaz damgasını vurmuş durumda: AKP ile Kıbrıslı Türk halkı arasındaki gerilim…

Kıbrıs’ın kuzeyinde halktan destek toplayabilmek için, AKP’nin uygulamakta olduğu kültürel, dinsel, ekonomik, ekolojik neredeyse tüm politikalara muhalefet etmek şart… Çünkü Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu bu politikalara haklı olarak tepkili ve kuşku ile yaklaşıyor.

Bu olguyu tespit eden sseçim partilerimizin, durumu avantaja çevirip seçimlerde bu tepkiden faydalanmak için çeşitli girişimleri oldu.

Yakın geçmişte UBP içerisinde yaşanan İrsen Küçük ile hesaplaşma çabası ve Özgürgün ile imaj yenileme girişimi, Özgürgün sıfırı tüketince Tatar ile “sempatik Kıbrıslı” görünme arayışı; sözde laik olan kesimlerin DP ile ortaya koyduğu UG macerası, CTP’nin başta “vesayet” söylemi olmak üzere geliştirdiği “radikalleşme” açılımı, HP’nin sağ Kıbrıslı Türk söylemlerle bağımsızlık iması yapan çıkışları, TDP’nin dinsel gericiliğe karşı hassas olduğu yönündeki imajı gibi örnekler; halkta biriktiği gözlemlenen tepkinin oya çevrilmesi için bu çerçevede denendi. Ancak muhalefette rahatça icra edilen “AKP karşıtı” çizgi, her hükümete gelindiğinde kendi sınırlarına ulaşarak tükenmekten kurtulamadı.

***

2013’den beridir UBP, CTP, DP, TDP ve HP kendi aralarında neredeyse her varyasyonu deneyerek hükümetler kurdular. CTP-DP, CTP-UBP, UBP-DP, CTP-HP-DP-TDP ve son olarak da UBP-HP hükümetleri sırasında önceki söylemlerin pratikte uygulanamaz olduğu deneyimlenerek görüldü.

Hükümet dışındayken halkın AKP karşıtı duygulanımlarını rahatça sömürenlerin, hükümete gelince AKP olgusu ile yüzleşmeleri ve kendilerini hızla bu “gerçekliğe” uydurmalarıyla, her defasında sonuç aynı oldu: Hayal kırıklığı…

***

Seçim partilerimizin yaşamakta olduğu açmaz; iki farklı ve uzlaşmaz olgunun birbiri ile çelişmesinden kaynaklanıyor: Kıbrıs’ın kuzeyinde AKP’ye muhalif görünmezseniz hükümete gelecek kadar oy alamıyorsunuz, AKP’ye muhalefet ederseniz de hükümette kalamıyorsunuz…

Kısacası ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamayan seçim partilerimiz, son altı yıldır bu iki karşıt uç arasında bir sarkaç gibi ordan oraya savrulmaktan kurtulamadılar.

AKP’nin yaratmaya çalıştığı dinsel, kültürel, ekonomik, ekolojik dönüşümü sorgulayarak hükümet olanlar; AKP olgusu ile yüzleştiklerinde önceden yaptıkları biçimsel eleştirileri geri çekmek ve hükümette kalabilmek için halkın duyarlılıklarına sırt çevirmek zorunluluğunu hissettiler.

Muhalefete değil, hükümete talip oldukları için öyle de yaptılar….

***

Genelde duygusal yorumlar aracılığı ile “ihanet”, “döneklik” gibi sıfatlar yakıştırılarak izah edilmeye çalışılan bu olgu, aslında seçim partilerinin çelişik nesnel gerçeklik karşısında yaşadıkları doğal bir savrulmadır.

AKP yandaşı bir söylem ile hükümete gelip hükümette kalmak mümkün olsa, hiçbir seçim partisi AKP politikalarına muhalifmiş gibi davranmak zorunluluğunu hissetmeyecekti. Veya halkın duyarlılıklarına yönelik seçim başarısı için gösterilen hassasiyetin, hükümetteyken minimum düzeyde dahi sürdürülmesine tahammül gösteren bir AKP zihniyeti söz konusu olsa, bir açmazın varlığı bu kadar net görünür olmayacaktı…

Ama her ikisi de var: AKP ile Kıbrıslı Türkler anlaşamıyor, Kıbrıslı türkler rahatsız, AKP tahammülsüz… Ve seçim partilerinin hükümete gelmek için Kıbrıslı Türklere, hükümette kalmak için de AKP’ye ihtiyacı var. Uzlaşmaz çelişki!

***

Bu durum çeşitli şekillerde çözülebilir; AKP iktidarı TC’de ciddi bir çatlak yaşayıp sarsılabilir veya  Kıbrıslı Türkler yıldırılıp bezdirilip direnişleri kırılabilir. Bir diğer olasılık ise AKP’nin mecvut hegemonyasını Kıbrıslı Türkler üzerinde baskıya çeviremeyeceği yeni bir konjonktürün yaratılması, ki “çözüm ve barış” aracılığı ile buna ulaşmayı stratejik olarak hedefleyen kişi ve örgütlerin varlığı biliniyor.

Birçok “uzman”, “aydın”, “entelektüel” ve “kanaat önderi” bu son olasılığı en gerçekçi, makul ve ulaşılabilir olasılık olarak tespit etmiş durumda. Çabalarını da bu olasılığa göre örgütlemekteler… Aslında bunu yaparak kendi kaderlerini halk ile değil, sağ ile paralel bir kulvara endekslediklerini de dolaylı olarak ifade etmiş oluyorlar…

Ama bir olasılık daha var: Sağ siyaseti ve dolayısıyla onun içinden çıkılmaz açmazını terketmek…

***

Kıbrıslı Türk halkı son beş yıldır temel, merkezi bir örgütlenme olmadan neredeyse tamamen kendiliğinden bir refleksle AKP’ye ve onun gönüllü işbirlikçilerine direniyor. Reddediyoruz hareketi, Dağ Yolu eylemleri, bitimsiz yaz saati uygulaması karşısındaki tepki gibi başlıklarla bu kendiliğinden direniş listelenebilir… Bu direnişin yekpare bir bütünsellik içermediği, parçalı, kırılgan ve zaman zaman ciddi hayal kırıklıklarına neden olan kandırılmalar barındırdığı da bir gerçek…

Ama en az bunun kadar gerçek olan bir şey daha var ki o da; hala tüm seçim partilerinin hükümete gelmek için kendilerini AKP karşıtı tepkinin sözcüsü gibi konumlandırmak zorunda kalmaları, yani her türlü hasara rağmen Kıbrıslı Türklerin hala AKP karşıtı oldukları…

Muhalefetteyken öncülüğü yapılan hiçbir söylemin hükümetteyken takibinin yapılmaması; halkta boykot, istifa vb postmodern apolitizmin yaygın bir “çare” olarak görülmesine, onurlu olmanın kriterinin her şeyden elini eteğini çeken ve ilk sıkıntıda” istifa” eden bir nihilizmin yüceltilmesine neden oluyor.

Bu da Kıbrıslı Türk seçim siyasetinin açmazının, Kıbrıslı Türk soluna hala bir fırsat sunduğunun göstergesi: Sahteleri bir türlü başarılı olmazken, AKP hegemonyasına direnişin aslını örmeyi başaracak bir sol alternatif, direnişi sadece muhalefet zemininde ve söze dayalı bırakmayıp, erk icra edebileceği her ortama, seçimle gelnen her makama yayan ve AKP ile olan gerilimlere halkı da dahil ederek öfkeyi örgütleyecek bir alternatif, bu kısır döngüyü kırabilir…

***

Akıncı ekseninde gelişen son “kriz” de bunun mümkün olduğunu net bir şekilde göstermiş durumda. “Normal” koşullarda Akıncı’nın istifa etmesini tek onurlu tavır olarak kabul edecek çok geniş bir kitle, istifa etmeyen ama geri adım da atmayan; üslubunu bozmayan ama kendisine yapılanları sineye de çekmeyen; bir zamanlar Tayyip Erdoğan’ın çok sevdiği ifade ile “diklenmeden dik duran”; tutumu nedeniyle Akıncı’nın etrafında kenetlendi…

Oysa alışkın olduğumuz yaklaşım; seçilmişlerin “mantıklı olanın uyum sağlamak” olduğunu öğütleyen kurnaz bir teslimiyetçiliği öğütlemesi, halkın ise “istifa” diye inlemesiydi. Tam tersi oldu…

Gerçi, CTP çevrelerinde bu kurnazlığın propagandasını yaparak Akıncı’yı eleştiren kesimler oldu ve bugünlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini vesile ederek kendi tabanlarını konsolide etmek üzere giderek seslerini daha da fazla yükseltiyorlar. Onlara göre bu tür sarsıntılı krizler, denge bozan maceracı çıkışlardır… Ama kriz günlerinde CTP tabanında bile bu “rasyonel” dengeciliğin esamesi okunmadığını, kitlelerin direniş ruhunun onurlu bir makamı savunmak için her şeyi göze alabilecek dirilikte olduğunu yaşayarak gördük. Mesele seçilmişlerin neyi göze alabileceğidir…

İşte bu sebepten son olaylar bize göstermiştir ki; seçim partilerinin krizi ile hipnotize olmaktansa, bu krizi fırsata çevirip sol bir alternatif inşa etmek; halkın kendiliğinden tepkisini, bilinçli ve örgütlü bir sol direnişin çekirdeği kılmak mümkündür… Zaten Bağımsızlık Yolu’nun “Hükümete Değil Muhalefete Talibiz” diyerek örgütlemeyi hedeflediği duruş da bu duruştur.

İşte bunu denemeye değer, çünkü “sahte bir dengedense, sahici bir sarsıntı yeğdir.”

Münür Rahvancıoğlu

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri