Sürekli Şikayet Edenlere Dair – Celal Özkızan

Pek çoğumuz, pek çok şeyden, sürekli şikayet ediyoruz…

 

Sadece siyasi ve toplumsal meseleler için söylemiyorum bunu; kişisel ilişkilerimizde, ailevi ilişkilerimizde, işyerindeki ilişkilerimizde… Her yerde…

 

Şikayet etmek, olumlu bir şeydir aslında; itiraz etmek, dönüştürmenin başlangıcıdır…

 

Önce bir “hayır” der insan elbette, ondan sonra atar, atacağı adımı…

 

Ancak bizim toplumumuzda şikayet, çoğunlukla, bir şeyleri dönüştürmenin değil, aksine, şikayet edilen şeye uyum sağlamanın bir parçası haline gelmiş…

 

Vicdanımızın elvermediği bir durumun içinde ya da ruhumuzun ilk başta hemen kabullenmediği şeyleri yaparken buluyoruz kendimizi…

 

Bu kabullenmeyişi de, “şikayet ederek” atlatıyoruz…

 

Yani şikayet, o durumun getirdiği rahatsızlığı aşmanın bir yolu…

 

Vicdanımızın omzuna şefkatle dokunup “ben de farkındayım” demenin bir yolu…

 

Böylece şikayet, konforsuz bir durumun içinde dahi konfora giden yola serilmiş bir halı oluveriyor birden…

 

Kaderciliğin versiyonlarından biri bu zaten…

 

“Ben de farkındayım ama, elden ne gelir”…

 

Bir şeyleri “gündeme getirmeyi” çok seviyoruz mesela; tıpkı unutmayı sevdiğimiz gibi…

 

“Çok yanlış buluyoruz” pek çok şeyi, tıpkı o çok yanlış bulduğumuz şeyle bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya, hatta barışık yaşamaya alıştığımız gibi…

 

O kadar tuhaf noktalara kadar varıyor ki bu durum, bazı kişiler, bizzat yetkili organlarında bulundukları partilerin kararından şikayet edebiliyorlar…

 

Sonra da hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar…

 

***

Peki ne yapmalı ?

 

Evet zor zamanlardan geçiyoruz, hele komşumuz Türkiye coğrafyasını, Ortadoğu coğrafyasını, Avrupa coğrafyasını düşündüğümüzde…

 

Karanlık zamanlardan geçiyoruz…

 

Kendi ülkemizde, çalışanlar için gittikçe daha kötü hale gelen ekonomik koşullar ve bunu yaratan siyasi kararlar bir yana, artık nerdeyse her günümüze, ziyadesiyle iç karartıcı haberlerle uyanıyoruz…

 

Şikayetçi olmakta haksız sayılmayız da aslında…

 

Ama bizden çok daha kötü zamanlarda yaşayanlar olmuştu…

 

Bizim karanlığımızın üç misli karanlıklarda, alacakaranlıklarda yaşayanlar olmuştu…

 

Ve bu insanlardan bazıları, şikayet etmekten fazlasını yapmışlardı…

 

  1. yüzyıl, en karanlık çağıydı belki de insanlığın…

 

İki dünya savaşı, faşizmler, işgaller, nükleer savaş tehditleri ve dahası…

 

Ve tüm bu karanlığın ortasında, bir de üstüne hapse tıkılmış bir adam vardı : Nazım Hikmet

 

Yaşadığı yüzyıl, “en şikayet edilesi” yüzyıldı belki de…

 

Ve “20. Asra Dair” şiirine, Nazım da bir şikayetle, bir karamsarlıkla ve pasif bir sitemle başlıyordu :

 

“uyumak şimdi,

uyanmak yüzyıl sonra, sevgilim…”

 

***

Şiir nasıl mı devam ediyor ?

 

“hayır,

kendi asrım beni korkutmuyor

ben kaçak değilim.

asrım sefil,

asrım yüz kızartıcı,

asrım cesur,

büyük

ve kahraman.

dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.

ben yirminci asırlıyım

ve bununla övünüyorum.

bana yeter

yirminci asırda olduğum safta olmak

bizim tarafta olmak

ve dövüşmek yeni bir âlem için…”

 

***

 

“Peki ne yapmalı” diye sormuştuk yukarda…

 

Taraf olmalı, ve dövüşmeliyiz yeni bir âlem için…

 

Pardon, şikayetiniz neydi ?..

 

Peki, tarafınız ne ?

 

Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu