Tarihin Böldüğü Kıbrıs, Kemer Sıkma Politikalarında Birleşti – Umut Bozkurt (Çeviri Yazı)

Kıbrıs sorununa ilişkin müzakereler masada devam ederken, konu da her mecrada çeşitli açılardan tartışılmaya devam ediyor. Bu çerçevede, 7 Mayıs 2013 tarihinde opendemocracy sitesinde Umut Bozkurt tarafından yazılan yazının çevirisinin tamamı aşağıdadır.

“Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm artık sadece romantik bir hayalden ibaret değil; bu aynı zamanda, ülkenin mevcut ekonomik krizinden bir çıkışın tek yolu da olabilir.”

Son zamanlarda Kıbrıs’ın güneyindeki ekonomik kriz dünya çapında ilgi gördü. Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki kriz esasında bankacılık sektöründen kaynaklanıyor. Bankacılık sektörünün ihtiyaç duyduğu ve 10 milyar Euro’ya kadar çıkan yeniden sermayelendirmeyle hükümetin kamu hizmetleri ve borç ödemeleri nedeniyle ihtiyaç duyduğu yaklaşık 7.5 milyar euro, en nihayetinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir kurtarma paketi arayışına itti. Kıbrıs’ın 2013 Mart’ındaki ‘kurtarılması’ ve ‘kefaleti’, daha önceki hiçbir kurtarma deneyimlerinde izlenmemiş bir yolu da içeren ilginç bir deneydi.

Uygulamaya konulan yöntem, büyük mevduatlardaki bir kesintiyle (100 bin Euro’dan fazla olan sigortalanmamış mevduatlardan %37,5’lik bir kesinti) ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki ikinci en büyük banka olan Laiki’nin kapatılmasıydı. Kamuda maaş kesintileri ve maaş artışlarının dondurulmasıyla, emeklilik yaşının yükseltilmesi ve çalışma saatlerinde artış, yürürlüğe konan kemer sıkma önlemlerinden bazıları. Beklenen o ki, uygulamaya konan bu politikalar önümüzdeki birkaç yılda ekonomide şiddetli bir daralmaya, işsizliğe, iflaslara, GSYH’de düşüşe ve uzun vadeli derin bir durgunluğa yol açacak.

Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki krize ve özellikle de uygulanmakta olan kurtarma deneyine dönük büyük bir ilgi olsa da, adanın kuzeyindeki KKTC’de uygulanan önlemler hiç değilse bile çok az tartışıldı. Türkiye, KKTC’nin Türkiye Büyükelçisi Halil İbrahim Akça’nın sözleriyle, “Kuzey Kıbrıs’ın IMF’si” olma rolüne soyundu.

Dahası, bu iki vaka arasındaki benzerlikler hakkında da çok az konuşuldu. Bu makale, Türkiye tarafından KKTC’ye son zamanlarda empoze edilen ekonomik yeniden yapılandırmaya odaklanacak. Bu makalede, adada statükonun sürdürülmesinin hem Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hem de KKTC’nin sonu gelmez ekonomik ve sosyal kemer sıkma önlemlerinin mandası altına gireceği anlamına geldiğinin ve açmazdan çıkışın ise diğer şeylerin yanında ekonomik olarak yeniden canlanmayı da sağlayacak siyasi bir çözümde olduğunun altı çizilecek.

Kuzey Kıbrıs ekonomisinin krizi ve Türkiye tarafından imzalanmış ekonomik protokoller

KKTC 1983 yılının Kasım ayında ilan edildi. Başlangıcından itibaren Kıbrıslı Türk gelirlerinin ana kaynağı, KKTC’yi tanıyan tek devlet olan Türkiye’nin finansal yardımları olageldi. Genel olarak 1974-2004 döneminde, Türkiye Kuzey Kıbrıs’a 3.07 milyar dolar finansal yardım sağladı. Türkiye hükümetleri ayrıca; okul ve hastane inşası, yollar, sulama şebekeleri ve telekomünikasyon tesisleri gibi çok sayıda altyapı projesine yatırım yaptı. 2008 yılı içinde Türkiye’den gelen yardım ve krediler, KKTC hükümetinin o yılki toplam gelirlerinin %38’ini oluşturan 566 milyon dolara tekabül ediyordu (1) Türkiye’nin finansal desteği ve daha da önemlisi KKTC’yi neredeyse yönetir konumda olması, şüphesiz KKTC’nin iç egemenliğini sınırlamıştır. Türkiye’nin finansal desteğinin artmasına paralel olarak Kıbrıslı Türklere dair meseleler üzerindeki etkisi de artmıştır.

Ekonominin genel bir değerlendirmesi, belli başlı eğilimleri ortaya koymaktadır. 1974 sonrasında KKTC ekonomisine kamu hizmetleri hakim olmuştur. KKTC’deki kamu sektörünün finansal yapısını karakterize eden şey yüksek kamu açıklarıdır (2008 itibari ile GSMH’nin %10.6’sı). Bu kamu açığının arkasındaki önemli etkenlerden biri, kamu istihdamı ve cömert sosyal transfer harcamaları yoluyla daha çok oy toplamaya çalışan siyasi partilerin kayırmacılık içeren uygulamalarıdır. 2008 yılında, giderlerin yaklaşık %78’i ücretlere, maaşlara ve emeklilik ödemelerine gitmiş ayrıca toplam harcamalar içinde kamu yatırımları %9.2 ile çok az bir oran yakalamıştır (2) Tarım ve hizmet sektörleri, toplam işgücünün yarısından fazlasını istihdam etmektedirler. Kuzey Kıbrıs’taki sanayi sektörü ağırlıklı olarak emek-yoğundur ve esasen giyim, tekstil ve donmuş yiyecekten oluşur. Sanayi üretiminin toplam GSYH içindeki payı 1975’te %8.3’tü, 2008’de %10.7’ydi (3)

KKTC az sayıda ihraç ürününe sahiptir ve bunlar da genellikle narenciye, patates ve işlenmiş tarımsal ürünler olmak üzere genellikle tarımsal ürünlerdir. KKTC, 1978’de 82 milyon dolardan 2008’de dudak uçuklatıcı 1,680.7 milyon dolara yükselen ithalâtına büyük oranda bağımlıdır; öte yandan ihracat ise 1978’de 23.9 milyon dolardan 2008’de 83.7 milyon dolara yükselmiştir. Türkiye’nin ithalât ve ihracat içindeki payı yıllar içinde yükselmiştir. Türkiye’den yapılan ithalât 1977’de %37.7 oranında iken 2008’de %69.8’e yükselmiştir; ihracat içindeki payı ise 1977’de %27.6’dan 2008’de %49.9’a yükselmiştir. Bu değişiklikler Türkiye’yi KKTC’nin ana ticaret ortağı yapmış ve KKTC’nin Türkiye’ye olan ekonomik bağımlılığının göstergesi olmuştur.

1980’lerden itibaren turizm sektörü teşvik edilmeye başlandı. 1980’ler, bir imalât sanayiden, odakta turizmin ve yüksek eğitimin olduğu hizmet sanayine geçişin dönemi oldu. KKTC’nin tanınmıyor oluşundan dolayı ülkeye doğrudan uçuşlar yapılmıyor ve bu yüzden de Kuzey, ekonominin canlanmasına ihtiyaç duyacak kadar sayıda çok turisti çekemiyor. Kumarhanelerin açılması bölgedeki turistleri çekmek amaçlı bilinçli bir uygulamaydı ve sonuç olarak KKTC bölgedeki “kumarhane merkezi” haline gelerek yasal kumarın yasak olduğu Türkiye’den ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kumarcıları ülkeye çekti. 2007’de, net turizm gelirleri GSYH’nin %11,2’sini oluşturmaktaydı (5)

Şu sıralar KKTC ekonomisi, Türkiye’nin itici gücüyle özgün bir yeniden yapılanmaya gitmekte. KKTC 1986 yılından itibaren Türkiye ile ekonomik protokoller imzalıyor. Bu protokollerin amacı, Kuzey Kıbrıs ekonomisini Türkiye hükümetlerinin siyasa-tercihleri doğrultusunda yeniden yapılandırmak. KKTC ile Türkiye arasında en son protokol, 4 Aralık 2012 yılında imzalandı. “2013-2015 Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı” olarak bilinen bu protokolün temel amaçları şöyle sıralanabilir : “hantal ve külfetli” devletin ehlileştirilmesi ve “iyi yönetişim” temelli bir aygıta dönüştürülmesi; devleti, düzenleyici bir devlete dönüştürmek; iltimas ilişkilerine dayalı sistemi daha kurumsallaşmış bir kapitalizme dönüştürmek; kamu sektöründe verimliliği arttırmak; kamu sektörünün ve kamu maliyesinin küçültülüp, özel sektörün canlandırılması temelinde bir ekonomik yapı yaratmak. Bu süreçte Türkiye’den gelecek yardımların büyük bir çoğunluğu özel sektörün canlandırılması için harcanacak. Protokolün en önemli boyutu ise, 2013 yılındaki özelleştirmelere yapılan vurgu: elektrik, telekomünikasyon ve limanların hepsinin birden özelleştirilmesi öngörülüyor.

Soldaki partiler, sendikalar ve birtakım sivil toplum örgütleri protokole yönelik eleştirilerini açıkladılar. Birincisi, özelleştirilecek olan kurumlar illa ki açık vermiyorlar, ya da en azından açıkları, eğer yeterli siyasi irade ortaya konursa, kapatılabilir. Örneğin, özelleştirilecek kurumlardan biri KIB-TEK. 1 Ocak 2011 itibariyle, ödenmemiş elektrik faturaları açısından devlet dairelerinin, turistik tesislerin, üniversitelerin, belediyelerin, camilerin ve askerin KIB-TEK’e olan borcu 311 milyon Türk lirası. Siyasi gücünü bu borçları toplamak yönünde kullanmak yerine, hükümet bu kurumu özelleştirmekte kararlı.

Dahası, özelleştirilmiş bazı işletmelerin sahiplik haklarının Türkiye’deki iktidar partisi AKP’ye yakınlığı olan sermaye gruplarına devredilmesi, Türkiye ile Kıbrıslı Türk toplumunun belirli kesimleri arasında bir gerginlik yaratmakta. Özelleştirmelere yönelik bir başka eleştiri ise, protokollerin özel sektörü güçlendirmeyi amaçlamasına rağmen, özel sektör çalışanlarının çalışma koşullarının geliştirilmesini hedeflememesi (Kuzey Kıbrıs’ta özel sektör ve kamu sektörü arasında maaşlar ve haklar bakımından büyük bir fark bulunuyor – çoğu özel sektör çalışanı sendikasız).

Özünde, Aralık protokolünü en doğru biçimde tanımlayan şey, bunun, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin yapısal sorunlarına ciddi çözümler sağlamayı başaramayan bir mali disiplin programı olmasıdır. Örneğin, özel sektörün yatırım koşullarının nasıl geliştirileceğine, Kıbrıslı Türk üreticilerin ihracatının nasıl yükseltileceğine (Kıbrıslı Türk ihracatçılar, ürünlerini ihraç ederken ciddi engellerle karşılaşıyorlar) veya özel sektörün parasal kaynaklara ulaşımının nasıl iyileştirileceğine dair herhangi bir husus yok.

“Hantal ve külfetli” olarak adlandırılan devletin bir tür daha zayıf bir devlete dönüşümü haricinde, Türkiye’nin dayattığı politikalar Kuzey’deki ekonomik krizden bir çıkış yolunu temin etmiyor. Aksine; küçük bir ekonomi, işsizlik ve durgunlukla malûl bir yarı-ülkede sadece neoliberal reformlara vurgu yapılarak, işsizlik artışı ve Kıbrıslı Türklerin daha da yoksullaştırılması ülkeye neredeyse daha da çok buyur ediliyor. Eğer protokol tamamen uygulanırsa, birtakım KİT’ler Türk sermayesi tarafından satın alınacak ve elektrikle telekomünikasyon gibi kilit önemdeki stratejik sektörler özel tekellere dönüşecek.

SONUÇ

Adanın iki yarısında uygulanan ekonomik yeniden yapılanmanın arasındaki benzerlikler fazlasıyla aşikâr. İster Troyka ister Türkiye tarafından dayatılsın, bu ekonomi politikalarının ardındaki neoliberal mantığı görememek çok zor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, bankacılık krizi, büyük miktardaki mevduatlarda bir kesintiye gidilerek ve kemer sıkma önlemleri alınarak giderilecek olan bir kamu açığı krizine döndü. KKTC’de ise; her ne kadar minyatür bir pazar, doğrudan uçuşların olmayışının turizmin altını oyması ve sınırlı ihracat olanakları gibi ekonominin çeşitli yapısal sorunları olsa da; hükümet, devletin geriye çekilmesini amaçlayan politikaları agresif bir biçimde uyguluyor.

Açıktır ki, statükonun sürdürülmesi hem Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hem de KKTC’nin sonu gelmez ekonomik ve sosyal kemer sıkma önlemlerinin mandası altına gireceği anlamına geliyor. Bu şartlar altında, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine dönük bir çözüm hem güneyde hem kuzeyde ekonomiyi ciddi şekilde canlandırabilir ve federal Kıbrıs ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesi çok zengin olanaklar sağlayabilir. Başlangıç için, Türkiye büyük bir pazardır ve bu yüzden ticaret potansiyeli artacaktır. 2009’da, Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye pazarına -dolaylı yollardan da olsa- tahmini 1-2 milyon dolar değerinde ürün ihraç etti. Bu, yıllık ihracatı 600-650 milyon dolara kadar çıkan Kıbrıs Cumhuriyeti için çok düşük bir rakam. Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunması ve Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk burjuvazilerinin işbirliği, Kıbrıs ürünlerinin Türkiye pazarındaki payını ciddi şekilde arttırabilir.

Bir diğer ihtimal dahilindeki avantaj ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güney kıyılarında bulunan doğalgaz ile ilgili. Kıbrıs Cumhuriyeti 2011’in Aralık ayında, Afrodit olarak bilinen alanda, tahmini 198 milyar metreküp kadar doğalgaz keşfedildiğini duyurdu. Tahmin edilen 198 milyar metreküp rezerv, dünyanın en büyük gaz üreticileri olan ve her biri trilyonlarca metreküp gaza sahip Rusya, İran ve Katar düşünüldüğünde, küçük sayılırdı. Ancak, bu keşif yine de heyecan uyandırdı çünkü çok daha fazla gaz (ve potansiyel olarak ham petrol) olabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gazı ihraç etmesi için önünden duran çeşitli yollar var: sıvılaştırılmış doğal gaz olarak işlenmiş formda (LNG), sıkıştırılmış doğal gaz olarak yarı-işlenmiş formda (CNG) ya da boru hattıyla saf formunda ihraç etmek. Yakın tarihli bir araştırmaya göre, çok büyük işletme ve yatırım maliyetleri olan LNG tesislerine kıyasla, Türkiye’nin geniş yerel ve uluslararası ağına bağlanacak bir boru hattı daha ciddi bir seçenektir çünkü bu çerçevedeki daha kısa boru hatlarının yatırım maliyetleri, LNG tesislerinin inşası için gerekenden bir hayli daha az. Bu seçenek, ana yatırım maliyetlerinden sonra sadece 15 milyar Euro’luk bir net ek gelir doğurmakla kalmayacak, aynı zamanda LNG tesislerine kıyasla daha kısa sürede gelir getirmeye başlayacak, böylelikle de gazın şimdiki net değeri daha da yüksek olacak.

Kıbrıs bir kez daha bir dönüm noktasında. Statükonun sürdürülmesinin, bölünmüşlüğün ve anlaşmazlığın tarafları arasındaki sonu gelmez çekişmenin ötesinde anlamları var. Bu Kıbrıslılar için aynı zamanda daha fazla kemer sıkma ve yoksullaşma anlamına geliyor. Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm, artık Kıbrıs’taki bir grup azınlık barış ve uzlaşma yanlısının romantik idealinden ibaret değil. Artık, aynı zamanda, böylesi bir çıkmaz için ciddi bir imkan ortaya çıkmıştır.

Çeviren: Celal Özkızan

REFERANSLAR

(1) Güryay E. “The Economy of the Turkish Republic of Northern Cyprus” in Tkachenko S.& Özsağlam M. T.(eds), Isolated Part of Cyprus, St.-Petersburg, VVM Publishing, 2011, p.92

(2) aynı yerde

(3) Katircioglu S. T, “Causality between agriculture and economic growth in a small nation under political isolation: A case from North Cyprus”, International Journal of Social Economics, Vol. 33 Iss: 4, 2006, p.335

(4) Güryay E. “The Economy of the Turkish Republic of Northern Cyprus” in Tkachenko S.& Özsağlam M. T.(eds), Isolated Part of Cyprus, St.-Petersburg, VVM Publishing, 2011, p.85

(5) Katircioglu S. T, “International Tourism, Higher Education and Economic Growth: The Case of North Cyprus”, The World Economy, 2010, p. 1960

Orijinal kaynak: https://www.opendemocracy.net/can-europe-make-it/umut-bozkurt/cyprus-divided-by-history-united-by-austerity