Vesayet mi İşgal mi? – Celal Özkızan

Bugün Türkiye’nin Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin iyiliği için bulunduğunu söyleyen pek kimseyi bulamazsınız…

 

Sağcılar ve milliyetçiler dahi, bu naif yalanı atmaktan vazgeçip, “Türkiye bizim stratejik ortağımızdır, elbette Türkiye’nin de bu adada kendi stratejik, siyasi, politik ve ekonomik çıkarları vardır ancak Türkiye’nin çıkarları ile Kıbrıslı Türklerin çıkarları örtüşüyor, eğer işbirliğimizi kuvvetlendirirsek, bu oyundan biz de kârlı çıkarız” gibi alengirli lafları tercih ediyorlar…

 

Gerçi bu cümleleri kuran “solcular” da yok değil, ama o ayrı bir konu…

 

Türkiye tarihinin en karanlık dönemleri yaşanırken ve Türkiye halkları en güvensiz, sefalet içinde ve özgürlükleri kısıtlanmış bir biçimde yaşarken; yani AKP’nin ve Türkiye sermayesinin çıkarları zaten Türkiye halklarının çıkarlarıyla dahi örtüşmüyorken, AKP’nin Kıbrıslı Türklerin çıkarlarıyla “stratejik işbirliği” temelinde buluşabileceğini düşünmek saflık olur…

 

Ancak, AKP ile Kıbrıslı Türklerin çıkarlarının çeliştiğini düşünen Kıbrıslı Türkler arasında dahi, bu çelişkinin ne türden bir çelişki olduğu, asıl sorumluluğun kimde olduğu ve bu çelişkinin nasıl aşılabileceği yönünde bir uzlaşma yok…

 

Bu uzlaşmazlığın ise, iki kanadı var…

 

Bir yanda, “Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler üzerindeki vesayetinden” söz eden yaklaşım, diğer yanda ise “Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde işgalci olduğunu” dile getiren yaklaşım…

 

Kavramları ya da kelimeleri beğenmeyip değiştirebiliriz elbet, önemli olan içerikleri en nihayetinde, o yüzden biz de içeriğe odaklanalım…

 

***

Vesayetçi yaklaşıma göre, Türkiye Kıbrıslı Türklere ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri dayatmalar yapmaktadır. Ancak bu dayatmalar, “biz izin verdiğimiz için” gerçekleşmektedir. İzin vermemizdeki temel sebep ise, vizyonsuz, beceriksiz, basiretsiz, kendi küçük çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen idaricilerimiz, siyasilerimiz ve yöneticilerimizdir. Eğer biz, doğru düzgün politika üretip Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını yansıtacak bir yönetim oluşturursak, işte o zaman bu dayatmaları aşacağız çünkü kendi yolumuzu kendimiz çizebileceğiz. Bu yaklaşıma göre, durup “Türkiye karşıtlığı” yapmanın bir alemi yoktur, Türkiye’ye suç atmak da bir işe yaramaz çünkü biz Kıbrıslı Türkler, en başta kendi evimizi toparlayamıyoruz. Eğer bunu becerirsek, vesayetten de kurtuluruz…

 

Bu yaklaşım ilk başta gayet mantıklı görünüyor ve bir haklılık payı da var. Kıbrıslı Türkler, bugüne kadar, bu adadaki kendi çıkarlarını temsil edecek ve hayata geçirecek bir yönetime asla sahip olmadılar. Türkiye’nin baskılarına hükümet düzeyinde asla karşı çıkılmadı ve hep boyun eğildi, doğrudur. Ancak ilk başta çok haklı gözüken bu yaklaşımın bizlerden sakladığı çok önemli bir nokta var. Bu yaklaşım, Kıbrıslı Türklerin “iyi yönetilmemesinin” en temel sebebinin, Türkiye’nin “vesayeti” olduğunu görmezden geliyor ve ortaya tuhaf bir paradoks çıkıyor : “Vesayet var çünkü iyi yönetemiyoruz, iyi yönetemiyoruz çünkü vesayet var”…

 

Ancak bu paradoksa, daha doğrusu bu yanılgıya, insanlık tarihinde çok kez düşen oldu, hala da düşülüyor. Örneğin yakın tarihte, Güney Afrika’daki veya ABD’deki ırkçılığın sebebi olarak, bizzat siyahilerin kültürel olarak ve insani kapasite açısından “yetersiz” olduğu gösterildi. Ancak siyahileri eğitimsizliğe, yoksulluğa, ekonomik darboğaza iten ve zorla orda tutmaya devam eden şeyin bizzat tepeden dayatılan ırkçı uygulamalar olduğu görmezden gelindi…

 

Yine aynı şekilde, Afrika’nın tarihsel geri kalmışlığını, zamanın emperyalist devletlerinin bu kara kıtayı yağmalamasına ve köleleştirilmesine bağlamadan, doğrudan Afrikalı yöneticilerin “basiretsizliğine” ve “iş bilmezliğine” bağlayanlar oldu…

 

Ancak bütün bu örneklerde, baskı altında tutanın, baskı altında tutulanın “yetersiz” olmasından doğan bir çıkarı vardı…

 

Kim, çıkarları olduğu bir coğrafya ya da topluluk üzerinde, güçlü ve kararlı bir “rakip” ister ki ?

 

İşte bizim örneğimizde de, bugüne kadarki “yönetemeyişimiz”, bizzat Türkiye’nin kendi çıkarlarına uygun işbirlikçileri “başımızdan eksik etmemesi”nden kaynaklandı…

 

Denilecektir ki, “e o zaman değiştirseydik yöneticilerimizi”…

 

Doğru, kesinlikle doğru…

 

Ancak tam da bu yüzden, yöneticilerimizi değiştirmek, ancak Türkiye’ye direnmekten de geçer…

 

İşte Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde işgalci olduğunu dile getiren yaklaşım, tam da bu önemli noktaya dikkat çeker…

 

Ne çabuk unuttuk “Bu Memleket Bizim Biz Yönetelim” haykırışını…

 

Ne çabuk unuttuk, başımızdaki o “kötü yöneticilerin”, aslında Türkiye’nin adadaki çıkarlarının bir nevi “uzantısı” olduğunu…

 

Zararlı bir bitkiyi kökünden sökmez de sadece üstünü koparırsanız, o bitki her defasında daha da gür çıkar…

 

İşte “Türkiye’yle uğraşmak yerine, kendi beceriksiz yöneticilerimize bakalım” diyenler, bize “kökü boşverin, üstünü koparın yeter” diyenlerdir…

 

O kökün üzerinde filizlenecek herhangi bir şeyin, o kökü dönüştüremeyeceğini gizlemek isteyenlerdir…

 

Doğa yalan söylemez…

 

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu