YIRTIK DONDAN ÇIKAR GİBİ ÇIKAN: “YAVRUTARAF GAZETECİLİĞİ” – ALİ DOĞANBAY

Bu gazete/gazetecilik eliyle ve manşet yoluyla insan dizayn etme yönteminin yeni olmadığını biliyoruz.. Bu dizayn etmeyle, çoğu kere tarihsel durumlarla, o tarihi yapan/eyleyen kişilerle, tarihin oluş biçimiyle ve yolunun seyriyle, bizatihi insan aklına bacak arası bir çalım atarak tahrif edildiğini ve yepisyeni bir kavşakla başka bir yola doğru sokulduğunu da gördük.. Genel olarak da atılan manşete ve yapılan tahrife ve yeni yolun güzergâhına uygun olarak da iç sayfalarda köşe gönderinden yazılar yazan gazetecilerin olduğunu gördük, hala görüyoruz.. İtinayla, imtina ederek, büyük bir özveriyle, ve kibar, güler yüzlü, sevecen ve hatta yanak okşayan bir dille de bundan sonra böyle okunması gerektiğini yazdıklarını da gördük, hala da görüyoruz.. Fakat böyle okumayanların da, darbeci, faşist, statükocu diye adlandırıldığına da gördük, görüyoruz… Bu algı inşası gazete/gazetecilik, işçilerden, memurlara, kadınlardan, öğrencilere, annelikten 12 Eylül anayasasına, 28 Şubattan Hülya Avşar’a, kaç çocuk doğuracağımızdan mini eteğimizin boyuna, statta nasıl tezahürat edeceğimizden nereden alışveriş yapmamıza, ekonomiden güzel sanatlara ne yapmamız/nasıl davranmamız gerektiğine dair yazılar/manşetler uygulayarak -sözde- yeni/sevimli/demokrat bir hegemonyayı dikmeye çalışırken aslında onun kan kırmızı dişlerini saklamaya çalışıyordu… Benim de aklıma niyeyse, Aras Aladağ’ın “Hegemonya yeniden kurulurken Sol Liberalizm ve Taraf” adlı kitabını şimdilerde benim de ülkemde peyda eden ve genelde çok demokrat/sevimli/kibar görünen dizayn-gazetecilerine okumaları için salık vermek geldi. Salık vermem aslında, salık vermek hiç de güzel bir kelime değildir, fakat nedense bu minvalde “sağa sola trafik polisliği yapan” ve “nasıl demokrat olunur” “nasıl sendikacı olunur” “nasıl solcu olunur” “nasıl kibar vatandaş olunur” tezli yazılar yazan ve süratla aklımızı başımızdan almaya çalışan ve nedense ne zaman kendilerinin yazılarını okusam sanki Rasim Ozan Kütayhalı’nın ya da Yıldıray Oğur’un topa kavis verdiği gibi, köşe gönderinden bizim kaleye doğru kavisli bir orta gönderdiklerini görüyorum… Üzgünüm ben o köşeleri yazı olarak görmüyorum, en fazla gönderidir, aklımıza, algımıza, beynimize, tarihimize ve vicdanımıza, bilinçle ve politik bir argüman olarak verilmiş bir kavis, fakat Yavru Tarafgirler manşetçiler köşe göndericileri ve yavru Rasim Ozanlar yavru Yıldıray Oğurlar (kalemize bütün kavisli ortalar, eni sonu yetmez ama evet kabilinden) biliniz ki o golü atamayacaksınız, yemeyeceğiz attığınız o manşetleri ve gönderdiğiniz o köşeleri… Çünkü tanıyoruz bu kavisli şutu..!

Ama ben bazılarınızı görüyorum, çok duygusal, çok romantik, çok iç çeken yazıları var, yazı bittiğinde burnunu silmek istiyorum noktanın, öyle hassasiyet yumağı, yeri geliyor Nazımdan şiir patlatıyor, romandan sözcükler alıntılıyor, son okuduğu kitabın kapağını okşuyor, eminim ki Can Yücel’i de çok seviyordur, hatta Demirel ile artık hanemize bir fıkraya dönüşerek bıraktığı o meşhur mahkeme hikâyesini de gülümseyerek anlatıyordur. Çünkü kktc’de de yapılandırılmaya çalışılan bu “yeni hegemonyada” ve “Yavru Taraf gazeteciliği”nde de durum değişik değil aslında… Nazım mı, kullan canım, gerektiği kadar, işimize geldiği kadar, şu an fırsat ise değerlendir, sonra işimize gelmediğinde kullanmayız, her şeyi ve herkesi ve bütün bir tarihi bir torbaya koyabiliriz, çıkarabiliriz ve her şeyi yeniden istediğimiz gibi yazabiliriz, bildiğimiz her şeyi yolabiliriz, parçalayabiliriz, hatta onu yeniden istediğimiz gibi yapıp satabiliriz, ve bizim torbamızdan çıkardığımız her “şeye” “nesneye” “objeye” “tarihe” “manaya” karşı gelen, kabul etmeyen, öyle olmaz diyen, ve sorgulayan herkese herhangi bir “yafta”mızdan birini yapıştırırız. “Arkadaş tamam da böyle sendikacılık mı olur, don ne kadar bayağı, böyle mi muhalefet yapılır,” yeterlidir, çünkü orta açtığımız için önemli olan kavistir ve ortalamaya oynamak her zaman yeterlidir. Sen sol siyaset üretmiyor musun, o zaman kamu harcamalarını nasıl azaltmak istersin, olur mu öyle şey diyemezsiniz mesela, ya da göç yasasına dokunsanıza, niye dokunmuyorsunuz diyemezsiniz, çünkü o zaman hegemonyanın “Solculuk mu, bu ülkede onu da en iyi yapan biziz” diyen ve peşine hemen köşe gönderinden attıkları manşetlere doğru yollanan “en devrimci başbakan, en solcu başbakan, ezilen halkların umudu, sanki Che” şizofrenik diliyle hemencecik servis yapılır, ister inan, ister inanma, maksat kavis; ve fakat işte kayda düşülen o yer var ya; o düştüğü yer, sizin işte, köşe gönderinizden kavisle kalemize doğru “ortaladığınız” yolun, yani yeni hegemonik dilin parti/devlet/erk olarak gövde bulduğu halidir… Sizler, o gövdenin ortalamalarısınız, ortasısınız, ortadasınız, sabahtan akşama kadar bas bas bağırın, sol da asla değilsiniz..!

O gövdenin kavisle, bir insan zihninde algı röveşatasıyla şekillendirildiği, bir başka güruhun toplandığı yer de Hayvan Üreticileri ve Yetiştiricileri Birliği’dir.. Fakat ben kendilerini daha açık sözlü buldum.. Yalansızlar… Duygusallıksa, benim gözlerim yaşardı, şiirse şiir, kibarca davetse kibarca davet, eylemin neşeliği, hakkın aranması ve gerçek muhalefet ise sonuna kadar hakkını verdi insanlar.. Gönülden tebrik ederim.. Zira taş yok, sopa yok, yumurta yok, şiddet yok, en nefisi don yok… Hislendim, yalan değil… Ve samimi de buldum.. En azından bu köşe gönderinden başka türlü görünüp aslında ‘aynı pankarta yağ sürenler’ gibi kavisli yazmıyorlar yazıyı, net söylüyorlar… Bu halkın umuduyla, ekmeğiyle, yarınıyla dalga geçmiyorlar…

O yüzden bu halkın barışına, kardeşliliğine, emeğine kavis vermeyin, yeter artık… Çünkü biliniz ki, kibarlık bilmediğimizden değil bey abicim, biliriz, de ama işte; bu ülkenin dipdiri umutlarını, ve hepsi altın gözlü çocuklarımızın yani bizim olan o bütün haklarımızı bizden alıp bize kilolarca ve metrelerce uzun pahalarla fiyatlarla geri satıldığını gördüğümüz her gün çok terbiyesiz çocuklar olacağız… Çünkü haksızın karşısında haklının, ve güçlünün karşısında zayıfın başka yapacak bişeyi yoktur, taş atar, tekme atar, uzaktan küfür atar, el sallar, tokadı yer, tekmeyi yer, de gene gelir, de gene yapar, bu kavis sevmeyen çocukların başka yapacak bişeyi yoktur!.. Biraz üzeceğiz ince boğaz düğümlerinizi, ve kıracağız çok sevgili yüreklerinizin camlarını, ve hassas bıraktığınız kalbinizin iç çekmelerini boğacağız, özür dileriz…

Ali Doğanbay

Be the first to comment

Leave a Reply