“ZORUNLU SENDİKALAŞMA” KAMPANYASINA YAPILAN ELEŞTİRİLER ÜZERİNE-ABDULLAH ÖZDOĞAN

Meşhur yengeç hikayesi birçoğumuzun malumudur: Sepete konulan bir yengeç sepetten çıkmanın yolunu tek başına bulabiliyorken, yengeç sayısı artınca hiçbiri bu yolu bulamaz. Çünkü çıkmaya yeltenen yengeç, diğerleri tarafından sürekli aşağıya çekilir.

Nedense, bu hikaye bana Kıbrıslı Türk solunun içinde bulunduğu durumu hatırlatıyor. Marifetmiş gibi, çıkış yolu arayanı aşağıya çekmek yaygın bir eğilim.  Aşağıya çekemiyorsak eğer, en azından olduğumuz yerden düşmesini bekleriz.

Öyle ya, çıkmaya yeltenmezsen düşmeyeceğin de garantidir. Ve oturduğun yerden düşene;  “ben dediydim!”  demenin bağımlılık yapan tadını hepimiz biliriz.

Sanırım,  son dönemdeki eleştirirler ve polemikler bu bağlamda ele alınırsa, bahsettiğimiz yaygın eğilimin sorgulanması için zemin yaratabiliriz.

Bağımsızlık Yolu’nun yürüttüğü “sendikasız çalıştırılmak yasaklansın” kampanyasına eleştiri yapanlara ve bu konuda mesafeli duranlara yukarıdaki tespitler üzerinden cevap vermek, çağrıda bulunmak; özel sektördeki örgütlenme/sendikalaşma sorunu tartışmalarını zenginleştirebilir diye düşünüyorum.

Çünkü kampanya sahipleri de, eleştiri sahipleri de, solda sessiz kalanlar da böyle bir sorunun emek hareketinin daha sağlıklı yol alabilmesi için aşılması gerektiği noktasında hemfikirler.

Kampanya o kadar meşru ki, doğrudan bize ulaşan bir eleştiri yok. Ortama şimdilik sessiz bir bekleyiş hakim. Daha çok dolaylı yoldan, örgütsüz ve genelde sanal ortamda yorum/eleştiri yapan birkaç “aydın” bu konuya eğildi. Ortaya atılan söylem kabaca şöyle: “Zor olan çalışanları sendikalarda örgütlemektir. Bağımsızlık Yolu kolayı seçerek bir basın bildirisi ile devletten dilekte bulunarak işi geçiştirmiştir.”  Ve bu söylemin ardından kampanya, mücadele için olumlu yönleri yokmuş gibi hiçleştirildi.

Her şeyden önce kampanya siyasi bir taleptir. Ve bu talebin gayesi, birilerinden bir şey dilemek değil, yukarıda zor olarak nitelendirilen “çalışanları sendikalarda örgütlemek” için verilecek mücadele öncesi uyarıcı/uyandırıcı olabilmektir.

Ayrıca, talebin tek başına yeterli olmadığını, ancak pratikte kitleler tarafından hak olarak benimsenip, sahiplenilirse ve uygulanması yönünde mücadele verilebilirse anlam kazanacağını kabul etmek gerekir.

Doğal olanın önce ekonomik/demokratik taleplerle sendikalarda örgütlenmek ve mücadele etmek, ardından bu talepleri siyasal mecraya taşımak olduğu doğrudur.

Kapitalizmin içerden, kendi dinamikleri ile geliştiği birçok ülkede de böyle olmuştur. Emekçiler, çalışanlar ekonomik/demokratik çıkarları etrafında örgütlenmiş, mücadele ederek çeşitli haklar kazanmış ve bu hakları koruyabilmek için de mücadeleyi siyasal mecraya taşımıştır.

Peki, doğal olan aynı zamanda her hal ve şartta izlenmesi gereken bir yol mudur?

Bizce hayır. Öyle olsa elimizde evrensel bir formül olurdu ve bu sorunu yaşamazdık. Bizim gibi toplumsal-ekonomik sorunları, dışa bağımlı olmasıyla doğrudan ilintili bir ülkede, böylesi süreçlerin kendi iç dinamikleriyle gelişim göstermesi mümkün değildir.

İşte, bizi bu mücadeleye siyasi bir taleple başlamaya iten etkenlerin en önemlisi, kampanyayı duyurduğumuz teorik metinde nedenlerini detaylı bir şekilde izah ettiğimiz; “özel sektör çalışanları arasında normal şartlarda kendiliğinden gelişmesi gereken örgütlenme mücadelesinin bütün yollarının egemenler tarafından sinsice kapatıldığı” tespitidir.

Aksini iddia edenler, birçok ülkede kendiliğinden gelişen ekonomik/demokratik çıkarlar etrafında örgütlenme süreçlerinin, Kıbrıs’ın kuzeyinde, özel sektör emekçileri arasında bugüne kadar neden gelişmediğini açıklamak zorundadır.

Bunun yanında, sosyal devlet yapısının görece daha etkin olduğu geçmişte gelişemeyen bu süreçlerin, sosyal devletin sağladığı hakların tasfiyesi üzerine kurgulanan neo-liberal dönüşüm döneminde nasıl gelişeceğini göstermek de bu iddia sahiplerinin boynunun borcudur.

Kendiliğinden gelişecek bir mücadele mümkün değilse, süreci tetikleyecek bir irade kullanmaktan başka yol da yoktur.

Öte yandan hangisi doğru iradedir?  Emekçileri dolaysız yoldan sendikalarda örgütlemeye çalışmak mı? Siyasi bir taleple bu sürece öncülük etmek mi?

İşsizliğin her geçen gün arttığı ve patronların etkili bir silahı olduğu bir ortamda, istihdam güvencesi patronun iki dudağı arasında olan özel sektör emekçilerini,  doğrudan sendikalarda örgütlemeye çağırmak, bu mücadelede emekçilere destek değil, köstek olmaktır. Onları savunmasız bir şekilde patronun karşısına çıkmaya davet etmektir. Kaldı ki, bu koşullar altında hiçbir emekçi böylesi bir mücadeleye kalkışmaz, kalkışamaz.  İşte bu yüzden “çalışanlar için ılımlı, egemenler için rahatsız edici bir talep” bulunmalı.

Özetle, bizim açımızdan teorik /siyasi bir talebi, pratikte işe yarar kılan, sınıf mücadelesinin ortaya çıkaracağı ihtiyaçlara cevap verebilme potansiyelidir. Yoksa “dünyanın bütün işçileri, birleşin!” çağrısı zaten yeterli olurdu.

Görüldüğü gibi, Bağımsızlık Yolu kolayı seçmemiş, zorunlu koşulları görünür kılarak iradesini mücadelenin yükselmesinden yana kullanmıştır.

Ne yazık ki, sessizce bekleyişlerin de,  “bu işler böyle olmaz abim” kıvamında dolaylı yoldan yapılan eleştirilerin de bu kavgada kimseye faydası yok!

Evet, sepet derin, hiçbirimiz tek başımıza çıkamıyoruz. Birbirimizin üstüne basmaktan dibe yaklaştık. Ya asgari müştereklerde anlaşıp iş, güç, eylem birliğiyle çıkış yolu ararız, ya da ömrümüz, her seçim dönemi  “özelde sendikalaşmanın önünü açacağız” diyerek oy uğruna atıp tutanların karşıtı olmakla geçer. Biz eleştirmeye,  seçimden sonra “ben dediydim” demeye, onlar da büyümeye devam eder.

Abdullah Özdoğan
Bağımsızlık Yolu

Be the first to comment

Leave a Reply