1 Küçük Eylül Meselesi – Cansu N. Nazlı

İlkokulda Vehbi Zeki Serter kitapları okuyup Barbarlık Müzesi’ne götürülen kuşaktanım. Çocukların korkuları olur; karanlıkta yatmak, yalnız kalmak gibi misal. Okulda öğrendiklerimin etkisiyle, ‘Savaş çıkar da Rumlar bizi öldürür mü?’ diye uykularımın kaçtığı çok olmuştur ilkokul yaşlarımda. ‘Rumlar kim?’ ‘Neye benzerler?’, ‘Neden kötüler?’ gibi tonla soru çocuk aklımda. Büyümeye başladıkça korkularım dağılsa da, hep bir gizem olarak Kıbrıslı Elenler kaldı kafamda. Sınır kapıları kapalı, internet kullanımı yeni yeni başlıyor filan. Sonra gülümsemesi güzel, siyah bir adam belirdi o günlerde. Adı devamlı Kıbrıs’la anılıyordu.

 

Bu sempatik adamın sorunumuzu çözmeye yönelik kapsamlı bir planı vardı. Yola, sokağa dökülmüştük çözüm ve barış için. Kıbrıs Sorunu çözülecek, AB’ye gireceğiz filan… Sokakta bir arada olmanın heyecanı sarıyordu. Sınır kapıları açılıyor, Kıbrıslı Elenlerle ilgili kuşağımın kafasındaki sis perdesi kalkıyordu. Bize çok benzediklerinden bir arada yaşayamamak için hiçbir sebep yok gibi görünüyordu. Hikâyenin devamını zaten biliyorsunuz.

 

Neslimin diğer birçok çocuğu gibi benim de siyasete bulaşmam böyle başlıyor. Okuyup anlamaya gayret ettikçe ve zaman ilerledikçe görüyorum ki dünyada kandırılan bir biz değiliz. Bu sempatik büyük adamların hayır örgütlerini oluşturan devletler, dünyada bir taraftan boyuna savaş çıkarırken öbür yandan savaş olan bölgeye ‘insani yardım’ taşıyor, barış çağrılarında bulunuyor.

 

Yukarıda bahsi geçen tarih diliminde üyesi olmak için canımızı yediğimiz AB, bugün Troyka ile güneyde kök söktürürken; kuzeyde Türkiye, ekonomik paketlerle her alanda baskının dozunu Kıbrıs halklarının üzerinde giderek artırıyor.

 

Ne konuşulduğunu bilmediğimiz görüşme masaları kuruluyor. Görüşmeci bizim desteğimizle o makama gelmişse şayet, ne konuştuğunu bilmediğimiz temsilcimize koşulsuz destek veriyoruz. Başkalarının tepkilerine göre tersten konumlanıyor, barış konusundaki samimiyetimize gölge düşmesin diye o masada ne olup bittiğini sorgulamaktan ürküyoruz.

 

Farklılıklarımız ortaya çıkar da birleşmemize engel olur korkusuyla benzerliklerimizden başka yere bakmıyoruz. Geçmişte yaşananlardan payımıza düşen sorumluluğu üstlenmek yerine gonyak içip kebap yediğimiz meyhane masasının hesabını üstlenmeyi yeğliyoruz.

 

1 Eylül’de romantik barış dizeleriyle duygulanmak varken bunlardan bahsetmenin hiç iç açıcı olmadığının farkındayım. ‘Kapımız penceremiz açık uyurduk’, ‘Türk-Rum beraber, sorunsuzca yaşardık’ diye nostalji yapmak ya da barış için görüşen liderimize mutlak destek belirterek 1 Eylül mitinginden onları selamlamak bugün bizden yapmamız beklenen.

 

Ancak Kıbrıs’ta barıştan söz ediyorsak başka devletlerin askerlerinin bu adada yeri olmadığını açıkça söylemeliyiz.

 

Halkları kardeş bir geleceği olsun istiyorsak bu adanın geçmişine yüzümüzü dönmeyi de bilmeliyiz.

 

Halkların öznesi olduğu bir barışsa arzu ettiğimiz, görüşmeci her kim olursa olsun görüşme masasından şeffaflık talep etmekten çekinmemeliyiz. Eğer gerçekten bizi temsil eden bir görüşme heyetinden söz ediliyorsa ve 1 tane bile kadın bulunmuyorsa orada, bunu yüksek sesle eleştirmeliyiz. Şeffaflık, eşitlik gibi taleplerimizi dile getirmenin bırakın olası bir barış ihtimalini zayıflatmayı, bilakis onu güçlendireceğini yaşayarak görmeliyiz.

 

Coğrafyamızı yap-boz tahtasına çeviren, çıkarlarına göre halkları birbirine kırdırıp sonra da barıştırmaya girişen sempatik büyük adamlara yolu göstermeliyiz. Onların sadece ülkemize değil, başka ülkelere müdahalelerine ve zulümlerine karşı dünya halklarıyla dayanışma göstermeliyiz.

 

Çünkü barış mücadelesi, sadece milliyetçiliğe ve şovenizme değil; başka devletlerin askerlerinin adamızda konuşlanmasına, iç işlerimize müdahalesine, uyguladıkları kemer sıkma politikalarına da karşı olmayı gerektirir. Çünkü Kıbrıs’ta barış, halkların bağımsızlık ve emek mücadelesini de beraberinde getirir. Çünkü gerçek barış, halkların ellerindedir!

Cansu N. Nazlı
Bağımsızlık Yolu Üyesi