8 YIL ÖNCEYDİ – FATİH BAYRAKTAR

Hacettepe Üniversitesi’nde doktora öğrencisiydim. Teze başlamamız için doktora yeterlik denilen yazılı bir sınavı vermemiz gerekiyordu. Tarih 19 Ocak 2007’di. Sabah 9’da başladığımız sınav gece 8’de bitmişti. Dışarda neler olup bittiğinden habersizdik. Sınavdan çıktığımızda Psikoloji bölümünün koridorları daha bir karanlık gelmişti bana. Arkadaşlarımızla önceden sözleşmiş ve kutlama için asistan odalarından birine şişelerce şarap koymuştuk. O gece o şarapları kutlama için değil kederden içtik.

Evet; Hrant’ın faili belli katledilişinin üzerinden tam 8 yıl geçti. Tetikçi incecik girdiği hapishanede devletin beslemesiyle gürbüzleşti. Cinayetle ilişkili neredeyse herkes yükseltildi. Hukuk mekanizması, yalnızca adalet arayan Hrant’ın ailesi ve arkadaşlarıyla dalga geçti. Sonuçta Rakel ve diğerleri duruşmalara gitmemeye karar verdi. Hukuğun vatandaşı değil devleti koruduğu ilk olay değildi elbet bu. Türkiye nice değerini zaman aşımına kurban etti.

Hrant’ı ölüme götüren kullandığı farklı dildi. Murathan Mungan’ın deyişiyle farklı bir Türkçe, farklı bir Ermenice konuşuyor/yazıyordu. Fark tabii ki içerikle ilişkiliydi. Türkleri de Ermenileri de geçmişleriyle yüzleştirmekti niyeti. O yüzden Türkiye’de ne kadar düşmanı varsa bir o kadar da Diaspora’da vardı. O Türkiye’de bir Ermeni, Ermeni dünyasında bir Türkiyeli’ydi. O yüzden hep öteki kaldı ve öteki kalmayı sevdi. Ermeni dünyasının sığ kıyılarına çarptı, Türkiye’nin derin sularına gömüldü.

Evet yıl 2007 idi. Hani AKP’nin memleket solcuları tarafından kahraman ilan edildiği zamanlar. Ama Hrant gibi farklı bir Türkçe kullanan bir grup insan ta o zamanlardan AKP’nin Türkiye halklarını özgürleştirme gibi bir niyeti olmadığını, Kemalist hegamonyayı dağıtıp kendi hegemonyasını sağlamak için uğraştığını ısrarla söylüyordu Kıbrıs’ın kuzeyinde. Tahlilleri doğru çıktı. Anayasa değişiklikleri AKP’nin hükümet olmanın ötesine geçip devletleşmesini sağladı. Alevilere, Kürtlere, kadınlara, LGBT bireylere yani Hrant gibi ötekileştirilen tüm toplum bileşenelerine baskı ve zulüm arttı. Kıbrıslı Türkler aşağılandı, işbirlikçiler eliyle dövüldü, zindanlara atıldı. Gezi direnişinde tam bir devlet faşizmi yaşandı, insanlar katledildi, yaralandı, gözlerini kaybetti. Yeni-Osmanlıcılık adı altında ırkçılığa bulanmış kibir aldı başını yürüdü. En yüce değer neo-liberalizm olunca işçi cinayetleri tavan yaptı; 2014’te 1886 işçi yaşamını yitirdi, 54’ü çocuktu. Halka rağmen Mersin ve Sinop’a nükleer santral kurulmasına karar verildi, çok uluslu şirketlere bayram ettirildi.

Hrant yaşasaydı eminim Gezi direnişine en ön saflarda katılırdı. Kıbrıslı Türklerin meşru mücadelesi için yazılar yazar, Kıbrıslı Ermenileri onlarla dayanışmaya davet ederdi. Tüm cinayetleri lanetler, kibirle dalgasını geçerdi.  Nükleere karşı çıkar, yanıbaşımızda imza toplar, yürür, slogan atardı. Hrant artık yok ama onu anlayan,o yüzden de onun adına konuşan, yazan ve eyleyen onbinlerce insan var. Şöyle demişti Halil Cibran sanki Hrant’ı ve onbinleri kastederek: “Veda sizlere ve sizlerin arasında geçirdiğim gençliğe. Daha dündü ki, sizlerle bir düş’te buluşmuştuk. Kendi yalnızlığımda bana türküler dinlettiniz ve ben de sizlerin özlemlerinden gökyüzüne bir kule kurdum. Eğer anının alaca aydınlığında yeniden karşılaşırsak, yeniden bir daha beraberce konuşuruz ve sizler bana daha derin bir şarkı söylersiniz. Ve eğer ellerimiz başka bir düş’te birbirlerini bulursa, gökyüzüne bir başka kule daha dikeriz.”

Be the first to comment

Leave a Reply