AB ve Türkiye Mültecilerin Yollarını Kapatıyor – Peter Schwarz

Geçtiğimiz pazartesi günü, Avrupa Birliği üyesi 28 ülke ve Türkiye arasında gerçekleşen özel bir zirvede, milyonlarca insanın Ortadoğudaki savaşlardan kaçmalarını daha da zorlaştıracak bir anlaşma için görüşmelerde bulunuldu.

 

Yüzbinlerce mültecinin Yunanistan üstünden Orta Avrupa’ya ulaştığı, ‘Doğu Balkan Rotası Avrupa birliğinin resmi teşvikleriyle kapatılacak.

 

Yunanistan, yüzmilyonlarca Euro’nun yanında, kıyılarına ulaşmayı başaran mültecileri orada tutup kayıt altına almak ve onları geri göndermek için personel ve lojistik yardımı alacak.

 

AB’nin sinir guvenligi birimi Frontex ,Turk Sahil Guvenlik ekipleriyle koordineli bir sekilde calisirken, NATO Ege denizini kontrol edecek ve deniz uzerinden gelmeye calisan multecileri engellemek icin kacis yollarini kapatacak.Türkiye de Avrupa’ya gitmeye çalışan mültecileri engelleyip, bugüne kadar Yunanistan’a ulaşmayı başarmış olanları da tekrar kendi sınırlarına alacak. Bunun karşılığında ise, Ankara milyarlarca Euro maddi kaynağın yanısıra Türk vatandaşlarına vize kolaylıkları alırken, AB üyeliği için de görüşmeler hız kazanacak.

 

Zirve başlamadan önce basınla anlaşmanın taslak metni paylaşıldı. Ancak zirve sırasında Türkiye ile olan görüşmelerde beklenmedik zorluklar yaşandığı için zirve henüz tamamlanamadı. Üzerinde anlaşılamayan ve tartışılmaya devam eden konular zirve başlamadan önce dikkatlice hazırlanan temel politikalar üzerinden değil daha çok detaylardan oluşmakta olduğunu belirtmekte fayda var.

 

Bu zirvede alınacak kararların Suriye, Irak ve Afganistan’dan kaçmaya çalışan mülteciler için yıkıcı etkileri olacağı aşikar. Mülteciler, polis ve yetkililer tarafından keyfi ve sert müdahalere maruz kalacaklar ve kamplarda kendi istekleri dışında alıkonulup tekrardan ülkerine gönderilecekler. Böylece daha tehlikeli ve daha pahalı kaçış yollarını seçmeye zorlanmış olacaklar. Bu da ölüm oranlarını biraz daha yukarı çekecek.

 

Zirve, Alman başbakanı Angela Merkel’in geçen yıl Macaristan’da insanlık dışı koşullarda kısılıp kalan mültecilerin Almanya’ya gelmelerine izin vermesiyle oluşan ‘kucaklayıcı kültür’ mitinin de yalanını deşifre etti. Aslında, Merkel’in sınırların tek taraflı kapatılmasına karşı oluşu ve ‘Avrupalı çözüm’ için çağrısı, hiç bir zaman insani kaygılar üzerinden ortaya çıkmamıştır. Aksine Merkel, Schengen bölgesi içerisinde tekrardan başlayacak olan sınır kontrollerinin Alman ekonomisine negatif etkileri olacağından ve AB’yi uzun dönemde tehlikeye sokacağından korkmuştur.

 

Almanya’nın son yıllarda ihracattaki başarısı özellikle üretimin belli bölümünü işçi ücretlerinin Almanya’nın çok altında olan Doğu Avrupa ülkelerine taşımış olmasıyla ilişkili. Üretim, ülke sınırları dışına taşınırken, zamanında gerçekleşen nakliye’ye dayanıyor. AB Komisyonu tarafından yapılan son hesaplamalara göre Schengen bölgesinde yapılacak sınır kontrollerinin, harcamaları yıllık 18 milyar euro civarında arttırabileceği öngörülüyor. Bu harcamanın büyük bir kısmı da uzun süre bekletilecek olan nakliye tırlarından dolayı olacaktır.

 

Merkel’in ‘Avrupalı Çözüm’ derken ne demek istediği Brüksel’deki zirvede açıklığa kavuştu. Zirve’de alınan kararlar da yıl sonuna kadar normal düzeninde işleyen Schengen bölgesinin yeniden kurulması da var. (Örneğin, Brüksel ve Berlin’in isteklerine karşın Avusturya ve bazı Balkan ülkeleri tarafından tek taraflı uygulanan sınır kontrollerinin kalkması. Bu AB’nin dış sınırlarının sızdırmaz şekilde kapanmasını gerektirir)

 

Zirve’de ortaya çıkan sonuçları gösteren bir dökümanda ‘Doğu Balkanlar üzerinden göçmenlerin kontrolsüz olarak geçtiği güzergah kapatılmıştır’ denilmekte. Basına yansıyan raporlara göre, Merkel’in bu formülasyona karşı direndiği söyleniyor. Ancak bu sadece günü kurtarmak için yapılmış bir hamle. Aslında, bahsedilen yol daha önceden kapatılmıştı, ve Merkel bundan günler öncesinde açık bir şekilde Yunan-Makedon sınırında insanlık dışı koşullarda bekleyen mültecilerin Almanya’ya girmesine izin verme konusunda isteksiz olduklarını açıklamıştı.

 

Yunanistan’ın şimdiki görevi AB’nin dış sınırına dayanan mültecileri bekletmek ve onları geri göndermek. ‘Die Welt’ gazetesinde yayınlanan bir yazıda sorulduğu gibi ‘Yunanistan şimdi Avrupa’nın Nauru’su mu oluyor? Nauru, Avusturalya’nın mültecileri hapis tuttuğu pasifik adası.. Siriza hükümeti üstleneceği bu görevin karşılığını AB fonlarından gelecek milyon Euro’lar ve belki de Troyka’nın dayattığı kemer sıkma politikalarından bazı müsamahalarla alacak.

 

Belki de en zalimce olan karar, NATO gibi dünyanın en büyük askeri ittifakının mültecilerin denizlerde yolunu kesmek için Ege denizine konuşlanacak olması. NATO kararı prensipte şubat ayında alındı, ancak bu zirveden bir kaç gün önce Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginliğin de etkisiyle son halini aldı.

 

NATO donanma grubunun da içinde olan, Alman savaş gemisi Bonn şuan Yunan adası Lesbos ve Türkiye arasında yerini almak için harekete geçmiş durumda. Amiral Jörg Klein komutasında olan gemi içerisinde 210 asker bulunduruyor.

 

Fransa ve İngiltere de bu görevi desteklemek için savaş gemilerini gönderme hazırlığında. Schengen bölgesinin bir üyesi olmamasına rağmen, Başbakan David Cameron’un açıkladığı gibi Londra da bir kaç gemisini amacı ‘insanları korumak’ olan bu görev için gönderiyor.

 

Resmi açıklamalara göre, NATO’nun görevi ‘insan kaçakçılığı’ ile ilgili mücadele etmek. Ancak gerçekte NATO’nun görevinin suçlularla mücadele etmek gibi bir amacı yok, aksine NATO’nun esas görevi mültecilerin denizi aşmasını engelleyip onları yeniden Türkiye topraklarına göndermek. Bu sayede, Avrupa Kalesi’nin sınırlarının silahlanma sürecinin ilk adımları da atılmış oluyor.

 

Avrupa’nın sınırlarını kapatma operasyonunda kilit rolü oynayan ülke ise Türkiye. Sınıları icerisinde halihazirda 2.7 milyon multeci barindiran Turkiye’nin, Yunanistan sinirlarina gecmeyi basaran multecileri de Turkiye’ye geri almasi bekleniyor.” Bir sonraki adım ise, geri alınan bu mültecilerin, ekonomik sebeplerle göçtüğünü açıklayıp, onları geldikleri ülkere geri göndermek olacak.

 

Özellikle Almanya bu rolü Türkiye’nin üstlenmesini istedi. Bu sebeple, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk zirve sonrası Ankara’ya gitti. Merkel’de mevkidaşı başbakan Davutoğlu ile pazar akşamı saatler süren bir görüşme yaptı. Bunlar olurken, bir gün önce Zaman gazetesine el konması, kadınların 8 Mart’ta eylem yapmasının yasaklanması ve Kürt nüfusuna uygulanan acımasız askeri müdaheler tamamen görmezden gelindi.

 

Fakat pazartesi öğlen AB liderleriyle biraraya gelen Davutoğlu’nun, masaya bazı yeni istekler koyması, zirve için önceden yapılan hazırlıkları biraz karıştırdı. Davutoğlu, mültecilerle ilgili masrafları karşılamak ve onları sınır dışı etmek için uygulanacak yaptırımları finanse etmek için 3 milyar euroluk talebi 6 milyona çıkardı. Yunanistan’da geçen mültecileri geri almayı da masrafları AB’nin karşılaması koşuluyla kabul edeceklerini belirtti ve Yunanistan’dan gelen her Suriyeli mülteci için, Türkiye’den bir suriyeli mültecinin Avrupa Birliği içerisinde bir ülkeye yerleştirilmesini istedi.

 

Son olarak, Davutoğlu Suriye toprakları içerisinde mülteciler için ‘güvenli alanların’ (safe zones) oluşturulması gerektiğini belirtti. Daha önce, Cumhurbaşkanı Erdoğan benzer bir öneri sunmuş ve Suriye’de 4,500 metrekarelik mülteci kenti kurulmasından bahsetmişti. Bunlar yalnızca Suriye’ye askeri müdahale ile mümkün olabilecek öneriler. Bu gerçekleşirse, NATO doğrudan Esad ve Rus müttefiklerinin karşında yer almış olacak, ve aynı zamanda Ankara, Suriye’de Kürtlerin kontrolündeki toprakların birleşmesini engelleme amacına da ulaşmış olacak.

Orjinal Kaynak: http://www.wsws.org/en/articles/2016/03/08/eutu-m08.html

Çeviren : Serdar Durukan