Aile Meselesi Değil, Erkek Şiddeti – Münür Rahvancıoğlu

siddetBu ülkede her türlü şiddet var; ekonomik, ekolojik, sosyal, psikolojik, fiziksel şiddet…

Bu ülkede elinde en ufak bir erk bulunduran her odak şiddet uyguluyor; asker, polis, müdür, patron, koca…

Bu ülkede şiddete maruz kalmayan canlı cansız kimse yok gibi; ağaçlar, hayvanlar, çocuklar, kadınlar, işçiler, memurlar, yaşlılar, dağlar, taşlar, denizler…

Ama her her olayda; şiddete maruz kalanı sözle de olsa savunan, şiddet uygulayanı kınayan bir toplumsal yapı da var bu ülkede…

Bunun istisnası, “kocanın karısına” uyguladığı şiddet sadece…

***

7 Ocak tarihinde bir koca, altı aydır kendisinden ayrı yaşayan karısını zorla arabaya bindirdi Dikmen’e götürdü ve öldüresiye dövdü…

10 Ocak sabah saat 03:30’da Mağusa’da, bir koca dokuz aylık hamile karısını döverek hastanelik etti…

11 Ocak akşam saatlerinde Omorfo’da, bir erkek dört yıl önce kendisinden boşanan eski karısının evine pencereden girdi, çocuğunun önünde bayıltana kadar dövdü, ayıltıp tekrar dövdü ve çocuğu alarak kayboldu…

Üç farklı bölgede üç farklı kadının yaşadığı bu üç erkek şiddeti olayında can alıcı benzerlikler var…

kktc Polis Teşkilatı, her üç olayda da şiddet uygulayan erkeklere fazlasıyla anlayışlı yaklaşıyor…

kktc Mahkemeleri, defalarca şiddet uygulayan erkekleri ısrarla teminat karşılığı serbest bırakmaya devam ediyor…

kktc basını, meseleleri “aile içi şiddet” gibi sunmakta ısrar ediyor…

Ve her üç olayda da, “kim bilir kadın ne yapmıştır” düşüncesi ile sessiz kalmayı tercih edenler var…

***

O sözde kutsal “aile” ve o sözde kutsal “namus” kavramları uğruna, kadınlar erkeklerin sözlü, psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddetine maruz kalmaya devam ediyor.

Ve herkesin devleti olduğunu iddia eden bu çakma yapı, her olayda aslında sadece erkeklerin devleti olduğunu tekrar tekrar gösteriyor…

Kadınları döverek yola getiremediğini gören daha “cesur” erkekler, işi cinayete kadar vardırıp kısacık hapislik sürelerini geçirdikleri hapishaneye gittiklerinde; arkalarından “aslında olay öyle değil” diyerek kendilerini savunacak “çok bilgili” birilerini bulabiliyor…

Neden? Nasıl?

İnsanın aklı almıyor…

***

Polis ve mahkemenin tavrına bakıldığı zaman net bir şekilde görülen gerçek; bu kurumların meselelere “erkek şiddeti” olarak bakmadıklarıdır.

Gene bu şiddeti durdurmak, durmadığı noktada caydırıcı bir şekilde cezalandırmak ve şiddetin mağdurlarına sosyal, ekonomik, psikolojik, fiziksel her anlamda destek olamakla yükümlü hükümet/devlet organları da, olaylara “erkek şiddeti” olarak bakmıyorlar…

Bu kurumların gözünde yaşanan olaylar “aile içi anlaşmazlık”tan ibarettir… Daha da fenası bu “anlaşmazlıklarda”, erkek “aileyi” kadın ise sadece kendisini temsil etmektedir…

Yani “erkek” yanlış veya doğru ne yapıyorsa, sözde kutsal aile kurumunu korumak için yapmakta; kadın ise kendi bireysel hedefleri peşinde koşmaktadır!

Kısacası erkek demek “aile” demektir…

Kadını döven, öldüren, erkek değildir… Ailedir…

İşte bu yüzden şiddet mağduru kadınların korunması veya güçlendirilmesi için hiçbir kurumsal önlem alınmamakta…

İşte bu yüzden kadın sığınma evleri açılmamakta…

İşte bu yüzden şiddet uygulayan erkeklerin, çocuk üzerindeki hakları korunmakta…

İşte bu yüzden polis erkeğe sempati ile yaklaşmaktadır…

İşte bu yüzden mahkemler dişe dokunur bir ceza vermemektedir…

Çünkü şiddete başvuran erkek, aileyi; yani toplumun temelini korumaya çalışan bir kişi olarak görünmektedir.

Ama bu mide bulandırıcı olayların yavaş yavaş basına da yansımasıyla birlikte görüyoruz ki; bu toplum da, onun kurumları da, “temeli” denilen aile de çürümüştür…

Hamile kadınları döverek, pencerelerden evlere girerek, çocuğunun gözü önünde bir kadını hastanelik ederek, çocukları kaçırarak yani kaba güç ve vandallıkla ayakta durmaya çalışmaktadır, bir de polisin ve mahkemelerin desteği ile…

***

Devletin ve onun kurumlarının cinsiyeti yoktur, olamaz, olmamalıdır…

Erkek devlet, erkek polis, erkek mahkeme ve erkek basının el ele vererek yürüttüğü bu kadın katliamına dur demek zorundayız…

Kadın ne yapmış olursa olsun, ne söylemiş olursa olsun, hangi gerekçe ile ve nasıl gelişirse gelişsin; kimsenin kimseye dayakla, şiddetle, baskıyla, zorla, tehditle kendi doğrusunu dayatmaya hakkı yoktur…

Toplumun yarısının dayak tehditi ile kontrol altında tutulması kabul edilemez…

Bilinsin ki; polis, mahkeme, basın ve hükümet erkek şiddetine ne kadar tolerans gösterirse, insan kalmakta ısrar eden erkekler ve kadınlar da seslerini o kadar yükseltecek, birbirlerine kenetlenecek ve mücadele edeceklerdir…

Haklı olan biziz ve sonunda hepimiz için kazanacağız…

siddet

 

Be the first to comment

Leave a Reply