ASRIN (BORU OLAN) PROJESİ VE SU HAKKI – FATİH BAYRAKTAR

Dönemin TC Orman ve Su İşleri bakanı Veysel Eroğlu “Suyla kktc’yi göbekten bağlayacağız.” demişti.  Hiç şaşırmamıştık. Bugüne kadar kendini ana olarak görenler tarafından bağımlı yetiştirilmiş bir çocuğu kendi haline bırakmak olmazdı. Daha da muhtaç hale getirilmeliydi çocuk. Ne de olsa su, bu yüzyılın en güçlü silahıydı.  Plan 20 Temmuz 2014’te TC’den ilk suyun adaya ulaşmasıydı. Ne ironi değil mi adanın kuzeyinin  bağımsızlık adı altında egemenlik altına alındığı tarihi, bir de  suyun getirilme tarihi olarak belirlemek ve buna da göbekten bağlamak demek.

Olmadı ama. İşler sarktıkça sarktı. Asrın projesi boru oldu.  Zaten köstebek yuvasına benzeyen yollarımız döşenecek borular için açılan beş metrelik hendeklerle bir o kadar daha mahvoldu. Üstelik kimseciklerin projenin detaylarıyla ilgili haberi de yoktu. Bir, adına yardım heyeti denen ekonomik işgal mekanizmasının internet sitesinden verdiği  bir iki paragraflık bilgiyle, bir de Lefkoşa surlar içinde sessiz sedasız açılan TC Su İşleri’ne ait resmi binanın bu proje için yapıldığını bilmekle yetindi kuzey Kıbrıs’ın alt yönetimi.

Ama yönetme sanrılarıyla yaşamlarını geçirenler, kör ve sağır kalırlarken olanlara, Veysel Eroğlu’nun göbekten bağlayacağız söylemine, göbek bağını sembolik olarak keserek cevap vermişti bir grup marjinal! genç insan. Bağı keserken de gelecek olan suyun anlamının refah değil özelleştirme olduğunu vurgulamışlardı. Bugün tartışılanlar o gençlerin o gün ne kadar doğru bir analiz yaptığını kanıtlar nitelikte. Öncelikle TC, suyun aktarılması ve dağıtımıyla ilgili tüm kararları kendisi almak istemekte.  Bunun anlamı açık: suyu dağıtma yetkisine sahip belediyelerden bu hakkın alınıp özel bir şirkete verilmesi. Bu da projenin tüm masrafının uzun yıllara yayılarak kuzey Kıbrıs’ta yaşayan halktan çıkarılması anlamına geliyor. Bir kısım belediye bu gidişata direniyor ve akıllı sayaç gibi ara formüller bulmaya çalışıyorlar. Ama bunun çok da etkili bir yöntem olmadığının bilincindeler. Diğer yandan medyadaki satılık kalemler, zaten batık olan belediyelerin gelen suyu dağıtmak için gereken milyonlarca liralık ek bütçeye sahip olmadığını, bu nedenle böyle bir işe girişemeyeceğini yazıyor her gün. Yani “Suyu getireceğiz, dağıtacağız; siz de isteseniz de istemeseniz de bu suyu kullanıp maliyetini ödeyeceksiniz.” diyor bize TC ve yerli kalemşorları.

Suyun özelleştirilmesi kuzey Kıbrıs’a özgü bir durum değil tabii ki. Neo-liberal politikalar ve onun uygulayıcıları olan Dünya Bankası, IMF ve AB-Troykası onyıllardır hem dünyanın değişik coğrafyalarında hem de Avrupa kıtasında suyun sürdürülebilir! kullanımı üzerine projeler üretmekte. Bu saldırılara ise dünya halkları su haklarını savunarak, gerektiğinde özel şirketlerin güvenlik görevlileriyle gerektiğinde ise devletin polis ve askeriyle çatışarak cevap vermekte. Ancak kuzey Kıbrıs’ı diğerlerinden ayıran önemli bir fark var. Başka coğrafyalarda halihazırda orada bulunan su kaynakları özelleştirilirken, burada olan dışardan gelecek suyun özelleştirilmesidir. Bu nedenle direniş yerel kaynakların kamuda kalması için değil gelecek suyun dağıtılmaması için olmalıdır. Bunun yolu aslında hem belediyeler hem de halk için zorlu ama basittir: Gelecek suyu kullanmayı reddetmek ve bugüne kadar kullanılagelen yerel kaynaklara dayanmaya devam etmek. Bu yalnızca Kıbrıs’ın kuzeyi için değil güneyi için de geçerlidir. Çünkü TC egemenleri gelecek suyu güney Kıbrıs’ı da kontrol altına almak için kullanmayı tasarlamaktadır. Bu nedenle su projesine karşı Kıbrıs’ın halkları olarak direnmek, su hakkımızı talep etmek hem ekonomik bağımsızlık yolunda atılan bir adım, hem de halkların ortak mücadele alanları üzerinden kardeşleşmesinin önemli bir ayağı olabilir.  Zaten boru olan bir projeyi, dibelik boru yapmak elimizde. Neden olmasın?

FATİH BAYRAKTAR

BARAKA AKTİVİSTİ

Be the first to comment

Leave a Reply