BAŞAĞIN ÇİLESİ

“Hava döndü, işçiden işçiden esiyor yel.” mısrasına ikinci ses yaparcasına, dünya ve özellikle Avrupa’da sosyalist, anti-kapitalist, emek dostu ittifaklar, parlamenter alanda başarılar göstermekte son yıllarda. Yunanistan’da ümitlendiren Syriza hareketi ve İspanya’daki Podemos; görece coğrafi yakınlık ve “Akdenizli oluş” paydasıyla devrimci inanmışlığımızı kabartmıyor değil. Ancak bu alanın(parlamento) tek başına yeterli olmayacağının bilincinde, “Anti-emperyalist bir halk hareketi bilincini tabandan örgütlemek” şiarını önce kendi vatanımız, akabinde bölgemiz ve enternasyonalist bilinçle tüm dünya için dillere dolayan bizler, devrimci bir hareketi; ideolojik/pratik yönden iyi donanmış ve sulandırılmamış sosyalist bir bilinçle kurmalıyız. Bir önceki cümlede koyu yazılmış niteliğin nasıl olmasından çok nasıl olmaması gerektiğine, Kıbrıs’ımız siyasi tarihinden ve CTP özelinden bir bakmak istedim. Çünkü bahsi geçen örgüt, sol(!)un şampiyonluğuna soyunurken son derece cüretkar olmakta ve hatta ideoloji tekelciliği yapmakta, kendisinden kaynaklanmayan her türlü fikre demagojik uslüplarla ve alaycı tavırlarla yaklaşmaktadır. Eeee! Bize de geçmişe bir yolculuk yaşatmak düşer hani.
Bilinenin tersine sağ muhalif bir çizgide , BEY(Bayraktarlık Elçilik Yönetimi) Faşizmine karşı 1970’te ortaya çıkan CTP yönetimine, tarih disiplininde “göz kırpması” diye nitelendirilebilecek çok kısa bir sürenin ardından 1974 sonrasında, SSCB’yi “ideolojik anavatan” olarak içselleştiren KÖGEF’li öğrenciler hakim olmaya başlayacaktır. Bu gelişmenin ardından CTP, daha emeklediği yıllarda devrimci bilinç ile hamurunu yoğurmak bir yana; revizyonist, parlamenterist menşeli bir harçla salt parlamentoyu hedefleyen bir erekle yol almaya devam edecek, ki SSCB yıkıldıktan sonra da yaslanılacak, bütünlüklü çözüm ithal edecek makro bir güç olarak da emperyalist-kapitalist AB’ye deyim yerindeyse tapılacaktır.
Günümüze değin söylemlerinin ve/veya hakkında suni olarak pompalanan algının zıttı pratiğinin daha iyi çözümlenebilmesi hatırına kısaca bir ilham hattı çizdik. Asıl değinmek istediğimiz; emek karşıtı/sermaye yanlısı, hegemonik, makyajlanmış devrimci ve elitist dışavurumlarına dönelim.
Dönemin genel başkanı Özker Özgür Kıbrıs’ta tek bir işçi sınıfı partisi olabilir ve bu da AKEL’dir açıklamasını yaparak; hem hegemonik bir tavır sergilemiş hem de “Kıbrıslılığı” varolması gereken değil de, mevcut durum olarak öne sürerek bu uğurdaki mücadelenin tartışılmasına bile aralık bırakılmadığını hissettirmiştir. Bu da makyajlanmış devrimci bir savdan öte değildir. Yine CTP’nin Omorfo kongresinde Devrimci Grup’tan gelen Mehmet Göze ve arkadaşları, elitizmin emredişiyle, partiden ihraç edilmişlerdir. 1977’de üniversite gençliğinin eritilmeye çalışılan haklarına karşı bir isyan çığlığı niteliği taşıyan; CTP ve bünyesindeki örgütlerin düzenlediği eylemde, diğer devrimci grupları dışlama gafletini elitist ve hegemonik bir tavırla göstermekten geri durulmamıştır. Üniversite gençliğinin sorunlarına tüm uğraşa rağmen çözüm bulunamamasından ve hatta haklardan daha da geriye gidişin başlamasından ötürü 1978’de düzenlenen eylemin komitesine devrimci Halk-Der alınmayarak hegemonya devam ettirilmiştir. 1980 tarihli 1 Mayıs mitinginde daha da keskinleşerek, fiziki müdahaleye varan girişimlerle bazı devrimci gruplar miting alanının dışında tutulmaya çalışılmıştır. CTP, emperyalist parmağın işareti olan “Bağımsız Türk Devleti”’ne meclisteki oylamada heyecanla evet diyebilmiş ve “devrimci tahliller” bölümünden bir eksi daha almaya hak kazanmıştı.
“Parlamentarist” ve “egemen güçleri ikna eder” pratikle sınıf mücadelesini zafere taşıyacağı tahlilinde bulunan CTP, ceşitli defalar iktidarsız hükümetlerde bulunmuş ve bu süreçlerde başağın köküne, uygun bir benzetmeyle, kezzap serpiştirmiştir. “Başaklar göverdi bak baş koydular bu yola “ mısrasını olabildiğince detone seslendirmiştir. Neo liberal politikalar ve emperyalistlerin koruculuğunu yapan Ankara hükümetleri (halktan ayrı tutuyoruz) ile mutlak bir işbirliği içinde özelleştirmeler yapılmış, emekçiler muhtelif uygulamalarla sömürüye daha da açık hale getirilmiş(sermaye koruyuculuğu), feodal ilişkiler düzeni olarak süregelen siyasi, iktisadi, toplumsal mecraların bu mevcut yapısı daha da derinleştirilmiştir. Globalleşmenin bir fırsat penceresi olarak kullanılması gerekliliği savı, AB’ye yaltaklanmak adına militanca seslendirilmiştir. Hala daha bugün 03/06/2015 tarihinde limanlarımızın özelleştirilmek istendiği, CTP’nin büyük ortak olduğu hükümetin bakanınca deklare edilmiştir. Göç yasaları talimatlar ışığında hayata geçirilmiş, emekçi halk gün be gün cenderelere alınmıştır. CTP milletvekili Birikim Özgür “Göç yasası mı kaldı?” diyerek güneşi balçıkla sıvamaya yeltenecek kadar romantikleşmiş, CTP’nin son seçimlerde aday gösterdiği Sibel Siber meclis başkanı sıfatıyla, öğretmenlerin göç yasasına karşı taleplerini içeren mektubu milletvekillerine vermek üzere meclise yaptığı ziyarete, “tecavüz” davası açabilecek kadar “egemenleşmiş”, “Türkiye otur derse otururum, kalk derse kalkarım.” nakaratları besteleyen Mehmet Ali Talat geçmiş pratiğine dair hiçbir özeleştiri vermeden, şimdilerde biricik kurtarıcı olmaya soyunmuş, sendikalar devlet mekanizmasında erk olmanın gücüyle bitirilmeye çalışılmış; eğitim, sağlık, turizm gibi hizmet sektörleri sermayedarla kertilmiştir(beşikte). Varın başağın ızdırabını siz bir düşünün !!!
Not: Geçmişin ayak izleri, ki bu yazının tadını tuzunu bulmasında başat rol üstlenmişlerdir, Münür Rahvancıoğlu’nun Kıbrıs Türk Devrimci Hareketi (HALK-DER) kitabından çokça faydalanılarak sizlere sunulmuştur.

Yusuf Özgü Sertel
Bağımsızlık Yolu