BAŞKA AĞIZLARIN HAYKIRIŞLARI – CELAL ÖZKIZAN

Liseli öğrencilerin “Parasız Bilimsel Demokratik Eğitim” ana sloganı etrafında şekillenen eylemi son zamanlardaki en umut verici gelişmelerden biri…

Kayıt parası adı altında devlet okullarında öğrencilerden zorla para toplanması gibi maddi gerekçelerden tutun da torpil meselesi gibi etik meselelere kadar çeşitli talepleri dillendirdi liseli öğrenciler…

 

Hatırlanacaktır, bundan çok değil 1.5 ay önce, yine “Parasız Bilimsel Demokratik Eğitim” yürüyüşü gerçekleştirilmişti Dereboyu’nda…

 

Üniversitelilerin ve gençliğin organize ettiği ancak içinde liselilerden sendikalara kadar çeşitli eğitim öznelelerinin de olduğu bu yürüyüşün de talepleri, liseli öğrencilerin talepleriyle paraleldi…

 

Öte yandan, Göç Yasası kapsamında işe giren başta öğretmenler olmak üzere çeşitli kurumlardaki kamu çalışanlarının “eşit işe eşit ücret” başta olmak üzere çeşitli hak talepleri çerçevesinde verdikleri mücadele de farklı zeminlerde ve ivmelerde sürmeye devam ediyor…

 

Askerlik sorunu, gençliğin en yakıcı sorunu olmaya devam ediyor…

 

Genç işsizliği çok ciddi bir boyutta…

 

***

Fikirsel olarak pek ortak yanımızın bulunmadığı Mehmet Ali Talat, bir röportajında, aslında oluşmasında kendisinin de katkısının olduğu olumsuz bir durumu çok güzel bir şekilde ifade etmişti…

 

Talat, bu röportajında, Türkiyeli bir bakanın kendisine “niye şikayet ediyorsunuz, her şeyiniz var işte” demesi üzerine cevaben “evet, her şeyimiz var ancak geleceğimiz yok” demişti…

 

Elbette bu diyalog, Kıbrıslı Türk halknın toplumsal varoluş mücadelesinin gazını almak için oluşturulan nispi, yapay ve geçici refahın henüz aşınmadığı ve “bir orta sınıf toplumu olarak Kıbrıslı Türkler” olgusunun sağlamlığını koruduğu günlerde gerçekleşmişti…

 

Kıbrıslı Türk halkı, düz maddi anlamda değil belki ama, gelecek kaygısı açısından dünyanın belki de en sıkıntılı halklarından bir tanesi…

 

Bir dönemler, düz maddi anlamda (gelir, gayrimenkul sahipliği, maddi imkan) “her şeye” sahip olan Kıbrıslı Türkleri direnişe sevk eden de elbette siyasi anlamda irade sahibi ve egemen bir halk olarak ortaya çıkma, kendi varoluşunu, kimliğini ve bu topraklarda özgürce yaşama arzusunu dile getirme azmiydi…

 

Ancak “her şeyi” olan bu Kıbrıslı Türklerin bir de utanmadan “gelecek” istemeleri, “şımarıklık” olarak algılanıyordu…

 

İşin en garibi, bu yakıştırmayı bize sadece bizleri “besleme” olarak gören Türkiye egemenleri değil, yerli işbirlikçiler de rahatlıkla yapabiliyorlardı…

 

Örneğin muhalefette olduğu her dönemde sendikal mücadelelerin,  emek mücadelelerinin ve toplumsal muhalefetin içinde yer alıp tüm bu mücadelelerin taleplerini –çekingence de olsa- paylaşan CTP, iktidara gelince bir anda “siz de çok şey istiyorsunuz ama, zaten bir sürü şeyiniz var” diyebiliyordu…

 

Tasdiklenmiş işbirlikçi UBP’den ve “taht oyunları” oynamak ve “sistemin küçük koltuk değneği olmak” dışında pek bir işlevi olmayan DP’den söz etmeye bile gerek yok…

 

O kadar çok işlemişti ki bu “her şeyiniz var” söylemi iliklerimize, geleceğimizin olmadığını (ve dolayısıyla, o “her şey” denilen şeyin zamanla aşınacağını ve geriye hiçbir şeyin kalmayacağını) unutup, kendi konumumuzda olup da hak mücadelesi verenler için bile “her şeyiniz var ne istersiniz başka” diyebiliyorduk (yani aslında egemenlerin bize bu martavalları anlatmasına bile gerek kalmıyor, biz kendi kendimize konuşuyorduk)…

 

***

Zaman değişiyor…

 

Geleceğimiz halâ yok, ve hatta eskisinden daha da az inançlıyız bir halk olarak geleceğimizi var edebilme konusunda…

 

Ancak artık “her şeyimiz” de yok…

 

Asgari ücretle işe giren kamu emekçisine dönüp “daha ne istiyorsun ?” diye sormak mümkün değil artık…

 

Özel sektörde acımasız ve güvencesiz koşullarda çalışan özel sektör çalışanlarına “ne istiyorsun daha fazla” diye sorarsanız, suratınızın ortasına bir yumruk bile yiyebilirsiniz…

 

Özel okullara milyonlarca dolar mali kaynak aktarılırken devlet okullarındaki öğrencilerden devletin para talep etmesi sonucunda “ne olacak işte verin siz da parayı” demeye cüret edemeyecek artık kimse kolay kolay…

 

Gençler, yeni kuşaklar, “her şeye” sahip olmayanlar çıkıyor sahneye yavaş yavaş…

 

Ve egemenlerin bu gittikçe yoksunlaşan ve yoksullaşan kuşaklara karşı martaval okuma cüreti kalmıyor artık…

 

Geriye yapabilecekleri tek şey, görmezden gelmek ya da baskı uygulamak, zor kullanmak olacaktır…

 

Şimdilik görmezden geliyorlar, ancak biz daha da güçlendiğimizde, o zaman her türlü pis yolu da deneyeceklerdir…

 

Bitirmeden, meselenin iki boyutunu vurgulamak lazım…

 

Sadece “genç” olmak yetmez mücadelede yer almaya elbette; evinde oturan, sesini soluğunu çıkarmayan, aile parasıyla “idare edip” kendi emeğinin ve hakkının peşine düşmeyen pek çok genç de var elbette, bu işin bir boyutu…

 

İkinci boyut ise bir uyarı, “eskilere”, ama yaşça değil elbette, anlayış olarak eskide kalmış ama halâ öyle veya böyle bu yeni kuşakların mücadelesine destek veren örgütlere, partilere, sendikalara…

 

“İşler” alıştığınız zamanlardaki gibi yürümüyor artık…

 

Bürokratik, alışılageldik yöntemlerle, basın açıklamalarıyla ve tabanın gazını almaya yönelik uygulamalarla gün geçirmek tatmin etmeyecektir bu yeni kuşakları…

 

Toparlanmazsanız, bu yeni gelen rüzgar, sadece egemenleri değil, “bizden olanları ama bize uyum sağlayamayanları” da alıp götürecektir !

 

Celal Özkızan

Baraka aktivisti

 

 

Be the first to comment

Leave a Reply