Boykot ve Siyasal Mücadele-Münür Rahvancıoğlu

Adına yanlış bir şekilde “boykot” adı verilen bir seçimsel davranış tarzı, uzunca bir süreden beridir gündemimizde…

Taraftarlarınca “yeni” ve “denenmemiş” olduğu iddia edilen, savunucusu olanların dahi “seçimlerde oy vermemek” dışında yaşam ile ne gibi bir teması olduğunu bilmediği bu seçim “siyaset”inin tek bir makalede ele alınması ise mümkün değil…

Teorik, tarihsel, psikolojik, stratejik ve pratik boyutları olan, üstelik Kıbrıs’taki biçim(ler)inin gayet “özgün” olduğu ortada olan “boykot” olgusunu; bu köşeden fırsat buldukça farklı yönleri ile ele almaya çalışacağım.

***

Ülkemizde “boykotçuluk” bir siyasal mücadele yöntemi olmaktan çok; seçim dönemlerinde ortaya çıkan bir tür “tepki”, “vicdan rahatlığı arayışı”, “kaçış” veya “inkar” biçimidir. Yorulmuş, yılmış, takatsizleşmiş, örgütsüz, başına buyruk ve en önemlisi “hayal kırıklığına uğramış” kişilerin, refleksif bir kendini koruma çabası da denilebilir…

Boykotu en uzlaşmaz bir şekilde savunan kişilere bakıldığında, bir çoğunun entellektüel denilebilecek bir birikime, azımsanmayacak bir mücadele geçmişine ve kişisel yaşamlarında acı deneyimlere sahip olduklarını görürüz. Bu yaşantılar sonucunda, daha fazla hayal kırıklığına uğramama isteği, küskünlük ve egemenlerin “oyununu oynamayı reddetme” arzusuyla vardıkları içe kapanmanın adına “boykot” demektedirler. Böylece “hala siyasal mücadelenin bir parçası oldukları” yanılsamasını sürdürebilmektedirler…

Peki ülkemizdeki biçimiyle boykot, gerçekten de bir tür siyasal mücadele midir?

***

Siyasal mücadeleler farklı içeriklere (hedeflere) veya biçimlere sahip olabilirler. Dinsel, monarşist, cumhuriyetçi, faşist, sosyalist, bağımsızlıkçı, ulusal, anavatancı içerikli siyasal mücadeleler olabileceği gibi; bunlar darbeci, parlamentarist, şehir/kır gerillacılığına dayalı, ayaklanmacı, komplocu, sendikalist biçimler içerisinde kendilerini gösterebilirler. Hem içeriğe hem de biçime dair örnekler çoğaltılabilir. Ancak bunların hepsi de siyasal mücadele yelpazesinde bir yer tutarlar ve ortak noktaları vardır…

En genel hatlarıyla siyasal mücadele; halkın belli bir kesiminin, kendi öz gücüne dayalı olarak ve yaşamın çeşitli boyutlarından kaynaklı sıkıntılarını çözmek amacıyla, kendi taraftarlarının umudundan ve diğer siyasal mücadele biçileri ile etkileşimden beslenen bir iktidar mücadelesidir. Daha açık yazarsak:

a- Her siyasal mücadele, yeni bir toplumsal düzen kurmayı hedefler… Bu düzenin nasıl olacağı her siyasal mücadelenin kendi içeriğine göre değişebilir. Ancak her siyasal mücadelenin hedeflediği bir toplumsal düzen vardır…

b- Her siyasal mücadele, mevcut toplumsal düzene olan tepkisini yaşamın bir çok boyutu üzerinden ifade eder… Farklı siyasal mücadele hatlarının kendi içerik ve biçimlerine göre merkezi olarak yığınak yaptıkları bir alanları olsa da; siyasal mücadeleler yaşamın bir çok alanında ortaya çıkan olgularda da taraftarlarına kendi merkezi hatalarına uygun bir davranış biçimi önerirler…

c- Her siyasal mücadele, ya halkın tamamının veya bir kesiminin özgücünden beslenir. Yeni toplumsal düzeni kuracak özneyi kendi toplumunun içerisinden tanımlar

d- Her siyasal mücadele, taraftarlarının umudundan ve pozitif enerjisinden beslenir. Siyasal mücadeleler, kullandıkları pratik araçlara bağlı olarak kitlelerini belli alanlarda yoğunlaştırırlar ve buralarda sürekli aktif olarak tutup özgüven geliştirmelerinden güç alırlar.

e- Her siyasal mücadelenin, dost ve düşman siyasal mücadelelerle ilişkisi vardır. Tüm siyasal mücadelelerin, farklı ancak benzer, farklı ancak akraba, farklı ancak düşman sayılmayacak şeklinde nitelediği başka siyasal mücadele biçimleri/içerikleri vardır. Zaman zaman bu mücadelelerle yakın işbirlikleri gerçekleştirilir, etkileşim içerisine girilir.

Tekrar ifade edersek, farklı siyasal mücadeleler farklı içeriklere ve biçimlere sahip olsalar da; tüm siyasal mücadelelerde ortak olarak gözlemlenebilecek bu beş özellik hepsinin ortak kesenidir. Ve bir tavra, başka bir şey değil de “siyasal mücadele” denilebilmesi için bu beş özelliği barındırması beklenir…

***

O halde şimdi sorumuzu tekrar sorabiliriz: Ülkemizdeki biçimiyle boykot, gerçekten de bir tür siyasal mücadele midir? Yukarıda saydığımız kriterlerle paralel okunduğunda cevap net bir “hayır” olacaktır… Lütfen karşılaştırarak okuyunuz…

a- Ülkemizde boykot tavrına sahip kişilerin/örgütler ortaklaşmış bir iktidar hedefi yoktur. Kimisi kişisel bir yaşanmışlığın tepkisi olarak oy vermeyen, kimisi “adayına göre oy veren”, kimisi “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşü”, kimisi “bağımsız kktc’yi” kimisi, farklı bir federasyonu savunan bir insan grubundan söz edebilirsek de, bunların ortak noktası mevcut düzene yönelik hayal kırıklığı ve tüm alternatiflere olan inançsızlıktır. Ortak bir iktidar hedefinden, hatta bazıları için “herhangi bir iktidar hedefinden” dahi söz edilemez… YKP’nin tamamen kendi partisel gücüne göre bazı seçimlere girip bazı seçimlere girmediği, Afrika gazetesinin sevdiği/sevmediği aday durumuna göre oy/boykot çağrısı yaptığı, çeşitli anarşist çevrelerin “seçim kötüdür” şiariyla oy vermediği bir bileşimden söz ettiğimizi hatırladığımızda bu durum daha da netleşecektir… Bu insanları ortak bir isimle anmak dahi mümkün değildir…

b- Ülkemizde boykot tavrının seçimler dışında hiçbir önerisi,hiçbir pratiği yoktur… Eğitim sistemine dair hiçbir şey söylemez; bazı “boykotçular” çocuklarını özel okullara bazıları devlet okullarına gönderebilir, bazıları zorunlu eğitime tümden karşı olabilir… Çalışma yaşamına dair hiçbir şey söylemez; kimi boykotçu patrondur, kimisi işçi veya işsiz, patronlar yabancı uyruklu işçi çalıştırabilir hatta bazılarının kaçak işçisi bile olabilir. Boykotçu olmak buna fikirsel düzeyde dahi engel değildir. Sağlık,  ulaşım,  barınma, askerlik, tarım politikaları gibi hayatın hemen tüm alanlarında bambaşka davranıp, sadece seçimlerde oy vermeyerek “statükoyu reddettiğinizi” varsayabilirsiniz… Verginizi verir, kimlik/ehliyet gibi evraklarınızı yeniler, işyerinizin tescilini yapar, devlet ihalelerine girer, kayıt dışı işçi çalıştırır ama sadece seçim günü sandığa gitmeyerek boykotçu olursunuz… Boykotçuların seçim dışında yaşama dair söyleyecek ortak hiçbir sözleri, halka önerecek ortak hiçbir pratikleri yoktur…

c- Boykotçuların “oy vermeyerek” veya “seçimlere katılımı düşürerek” nasıl bir sistem değişimi yaratacakları muğlaktır. Halk sandığa gitmeyecektir, oy vermeyecektir ve katılım düşecektir! Buraya kadar tüm boykotçular aynı şeyi söylemektedir. Ancak “katılım düştüğü zaman” ne olacağı meçhuldür. Katılım düştüğü için TC işgali sona mı erecektir? İşbirlikçi partiler, halktan yana bir pratik mi geliştireceklerdir? Bunu yapacaklarsa neden yapacaklardır? Katılım düştüğü zaman seçimlerin ve rejimin meşruluğunun zarar göreceği varsayımı ham bir hayalden öteye anlama sahip değildir. Dünyada katılım oranlarının geleneksel olarak %40’larda gerçekleştiği birçok “demokratik ülke” vardır… Ülkemizde seçimlere katılım oranı düştüğünde ne anayasal/yasal olarak seçimler geçersiz sayılır ne de “sadece oy vermeyerek tavır koymak” rejim değişikliğine neden olabilir. Ancak burada “boykotçuların” ortak beklentisi ortaya çıkmaktadır; “seçimlere katılım oranını düşürerek dünyaya mesaj vermek!” Yani halka düşen sandığa gitmemek, rejime tepkisini katılım oranlarını düşürerek göstermektir! Gerisini “mesajı alan dünya” halledecektir! Burada kendi halkının öz gücüne dayalı olmayan bir beklenti net bir şekilde görünmektedir…

d- Boykotçuların kitlesel olarak aktif oldukları günlük bir yaşam alanı, pratiği yoktur. Sendikalarda, emek mücadelesinde, öğrenciler içinde, kadın mücadelesinde, tarımda, ulaşımda, eğitimde, sağlıkta kısacası yaşamın hiçbir günlük parçasında, boykot “siyaseti” ile bağlantılı bir sürekli çalışma yürütmezler. Pozitif hedefleri, kitlelerinin umudunu yüksseltecek bir pratikleri, çekim merkezi olmak için özel bir çabaları yoktur. Tek beslenme kaynakları; rejimin olumsuzluklarından hayal kırkılığına uğrayacak, yorulmuş, yılgınlığa kapılmış, karamsar ve umutsuz kişilerin siyasete küsüp kendi aralarına katılmasıdır. Kısacası “boykot” kendi olumlu pratiğinden doğacak umuda değil, rejimin olumsuzluklarından doğacak umutsuzluğa dayalı bir beklentiden beslenir…

e- DP ile UBP iki farklı sağ partidir. Sağcı, anavatancı bir siyasal mücadele çizgisine sahiptirler. Farklıdırlar ancak ortak noktaları çerçevesinde zaman zaman işbirliği yaparlar. Bunun gibi farklı sendikalar birbirleri ile, bazı sendikalar bazı siyasal partilerle, tüm siyasal mücadele biçimleri kendi benzerleri ile dönemsel veya sürekli işbirliği politikalarına sahiptir. Farklı islamcı siyasetler zaman zaman çatışsa da gerekli gördüklerinde bir blok halinde hareket ederler. Bu durum dünyada da ülkemizde de tüm siyasal mücadele biçimleri/içerikleri için geçerlidir. Ancak boykot “siyaseti”nin bırakın kendi dışındaki bir siyasal mücadele hattı ile dayanışmayı, kendi içinde birbirleriyle dahi dayanışma içerisine girdiği, bunu seçim dönemlerinde “boykot çağrısı yapmak” amacıyla dahi gerçekleştirdiiği görülmemiştir.

***

Açıkça görülüyor ki; ülkemizde kendine “boykot” adını veren tavır, bir siyasal mücadele biçimi, bir siyasi duruş değildir. Boykot aracılığı ile yeni bir toplumsal düzen yaratılması, seçimlerde oy vermemekle günlük yaşamdaki sorunların herhangi biri arasında bağ kurulması, halkın herhangi bir kesiminin aktif pratik içine girmesi, başka siyasetlerle dayanışma örülmesi ve bunun umut yaratması hedeflenmemektedir. Boykot herhangi bir değişim yaratamaz, zaten bizzat çağrıcılarının da, söylemleri bir yana, gerçekte böyle bir beklentisi yoktur.

“Boykot” çağrıcılarının rejimden, statükodan, TC’den çok daha fazla; solcu, bağımsızlıkçı, devrimci kişi/örgütlere yönelik olarak katı, saldırgan ve düşmanca bir tavır geliştirdikleri gerçeği ortadadır…

Genel seçimlerde rakipleri “Toplumsal Varoluş Güçleri ittifakı” idi, yerel seçimlerde “Harmancı’nın hiçbir şey yapamayacağına” odaklıydılar, Cumhurbaşkanlığında “Akıncı’ya oy vermek statükoya oy vermektir” dediler… Her defasında, solun, solcuların, devrimcilerin, bağımsızlıkçıların hata yapmasını, hayal kırıklığı yaratmasını, bunun da kırgınlar kitlesini arttırmasını umdular. Halk üzülürken sevindiler, halk sevinirken üzüldüler…

Ne yazık ki, haklı kişisel/örgütsel travmalarını, anlaşılabilir hayal kırıklıklarını, izah edilebilir küskünlüklerini ve bir nebzeye kadar kabul edilebilir karamsarlıklarını; hem kendilerine hem de halka “siyaset” diye anlattılar…

Oysa gerçek hiç de öyle değil…

Ülkemizde boykot, sadece kırgın bir “ruh hali”dir…

Not: Bu yazı genel bir giriş kabul edilmeli. Gündemden fırsat buldukça; “İktidar stratejisi ve konjonktürel bir taktik olarak boykot”, “Teorik ve pratik yansımalarıyla dünyadan boykot deneyimleri”, “İşgal ve boykot”, “ülkemizde boykotu destekleyen sermaye kuruluşları ve gerekçeleri” gibi konularda yazmaya devam edeceğiz…

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti