BU ŞARTLAR ALTINDA SOLCU BİR HÜKÜMET NE İŞE YARAR YA DA BİR HÜKÜMETİ NE SOLCU YAPAR? – ALİ ŞAHİN

Yıllardır solcu olmanın yada sol siyaset üretmenin kıstası sadece “barış” yanlısı olmak olarak lanse edildi, bir anlamıyla da sınırlandırıldı Kıbrıs’ın kuzeyinde.

Barışı ve adanın yeniden birleşmesini savunmak Kıbrıs’ta solun kıstasları arasında yer aldığı bir gerçek.

Hatta olmazsa olmazı.

Fakat bu, evrensel bir doğrudan ziyade koşullar üzerinden ortaya çıkmış bir talep.

Dünya’daki örneklere baktığımızda “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” üzerinden birçok halkın birleşme mücadelesi yanında ayrılık veya özerklik mücadelesi  de çeşitli ülkelerde sol tarafından desteklenmiş ya da bizzat sol tarafından yürütülmüştür.

Bizde solun barış talebini yükseltmesi Kıbrıs’ın kendine has koşullarıyla ilgili.

Fakat bu doğru talebe rağmen sol siyaset üretmenin tek kıstası barış değildir.

Eşitlik, özgürlük ve adalet gibi evrensel değerleri vardır solun ve bunlar her coğrafyanın koşullarına göre bir mücadele biçimi alırlar.

Koşulların gerektirdiği şekilde mücadele etmek, o ülke veya coğrafyada solun büyümesinin yegane yoludur.

Burada bir not düşmek istiyorum ki; koşulları  yorumlamak da rahatça farklılık arz edebiliyor:

Mesela Birikim Özgür’e kalsa koşullar üzerinden siyaset üretmek, mevcut koşullara yön verme çabasına girmek değil ona teslim teslim olmak ile  eşdeğer anlaşılan.

Çünkü solun temel talebi üretenlerin üretim araçlarına sahip olmasıdır fikrini kabul edip, ordan da solculuğun üretim araçlarının özelleştirilerek sermayenin özel mülkü olmasını savunmak benim anladığım dilde koşullara teslim olmak ile aynıdır.

Çünkü sol, her şeyden önce verili sınırları reddederek kendi yolunu açandır.

Şimdi başlıktaki konumuza dönersek; “sol bir hükümetmevcut şartlarda yani kktc şartlarında ne işe yarar?” diye sormuştuk.

Aslında bu soru şu şekilde de sorulabilir ve hatta daha doğru olur:

“kktc şartlarında bir hükümeti ne sol yapar?”

Evet barış talebi bunlardan biri fakat yeterli mi?

Kaldı ki, her barış söylemi de aynı şeyi ifade etmiyor, tıpkı AKP’nin ya da sermaye gruplarının “barışı” ile halkların barış deyince beklentilerinin aynı olmadığı gibi.

Kıbrıs’ın kuzeyinde tam 40 yıldır süren bir yönetim krizi var.

Ancak bu yönetim krizi, “hükümet kurulamadı” ya da“kurulmasına rağmen istikrarlı bir hükümet olamadı” gibi bir kriz değil.

40 yıldır Kıbrıslı Türklerin mahkum olduğu yönetim düzeninin krizi bu.

Başından beri sürdürülmezliği yüzünden krizde olan ve egemenlerin günden güne halkın kabaran öfkesini yönetemeyişi arttıkça kriz daha da büyüyor.

Ekonomisini, politikasını, kültürünü, kısacası iradesini ancakmüsade edildiği kadar kullanabilen bir halkın olduğu yerde egemenler için bir tehlike vardır.

Egemenler, işte bu tehlikeyi yıllardır çeşitli biçimlerde bertaraf etmeye çalışıyorlar.

Yeri geliyor üretimden kopardığı halkı para dağıtarak kendine bağlıyor, bunun yetmediği yerde korku ve baskı devreye giriyor vs. vs.

Ancak tüm bu girişimler var olan krizi geçici olarak kısa bir zaman sonrasına ötelemekten ileri gidemiyor. (Bu ötelemeyi de hafife almamak lazım, 40 yıl tam da bu şekilde geçti)

İşte sorumuzun önemi burada ortaya çıkıyor.

Halktan yana(sol) bir hükümet bu durumda ne yapmalı?

Doğası gereği Kıbrıslı Türklerin aleyhine olan bir yapınınsınırlarını kabul etmek mi, yoksa ufkunu bu sınırların ötesine göre belirlemek mi?

Somutlaştıracak olursak; sadece yasal sınırların ve başına geçilen mevki kalıplarının içine hapsolmuş bir anlayışlaKıbrıslı Türkler lehine bir politika üretilebilir mi?

Bu sorunun cevabı bence hem evet hem de hayırdır.

Soru gibi cevabı da somutlaştıralım; örneğin kktc şartlarında hükümet olarak eğitim müfredatının şöven unsurlardan temizlenmesi, üretimden koparılmışlığın ve bunun bir sonucu olarak işsizliğin giderilmesi için halkın çıkarına bir şekilde üretimi arttıracak mekanizmalar yaratılması, asgari ücretin gerçek anlamda arttırılması, polisin sivile bağlanması, sendikalaşmanın teşvik edelmesi, kerhane-kumarhane- bet ofislerinin kapatılması vb.

Bunlar hükümetin elindedir ve yasal olarak sınırlar içindedir.

Bir hükümet bunları yapmaya giriştiği anda karşısında bulacağı mekanizmalar (ki kesin olarak bulacaktır) hükümeti doğal olarak bu sınırları zorlar bir durumda bırakır.

İşte mevzu bahis hükümetin sola mı yoksa sağa gideceğini belirleyen anlardan biri de bu noktadır!

Eğer bir hükümet demokratik hakkını kullanan eylemcilere“polisin müdahalesini kınamaktan öteye gidemiyorum çünküpolis hükümete bağlı değil” diye durumu açıklarsa, “Geçici 10. Maddeyi” kaldıramadığı durumda çıkıp gerçeği halkaanlatır ve “mevcut yapı bu maddeyi kaldırmamıza izin vermiyor derse” ya da KTHY çalışanları sokakta kaldığı zaman mecliste oyalanmak yerine çalışanların çadırında yer alarak bunun sebebin bize dayatılan dayatma ekonomik paketler olduğunu belirtir ve kendi kendimizi yönetecek bir yapı için sisteme karşı halkla birlikte bir mücadeleye çağrısı yaparsa o hükümet sol bir hükümet olur.

Tabi bu saydıklarım sadece birer örnek ve örnekler çoğaltılabilir.

Fakat bu işin sabit bir reçetesi yoktur, kısacası somut koşullara göre somut politikalar üretmek gerekir.

Kesin olan tek şey siyasi ufkunu dayatılan sınırların ötesine göre belirlemektir.

Aksi halde Birikim Özgür’ün ifade ettiği ve en fazla solun birkarikatürü olabilecek malum durum çıkar ortaya.

Tüzükte ya da parti meclisi kararlarında ne yazdığının önemi kalmaz.

Kısacası, kktc şartlarında bir hükümeti sol yapan şey mevcut krizi ötelemesi değil onu halk lehine derinleştirmesidir.

Bu derinleşmenin yapacağı baskı halkın söz, yetki, karar ve barış mücadelesi için yeni alanlar açacaktır.

Be the first to comment

Leave a Reply