YORGANCIOĞLU NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?- MÜNÜR RAHVANCIOĞLU

15 Kasım törenlerinde Polis Teşkilatı tarafından gerçekleştirilen zorbalık ve hukuksuzluk üzerine toplumun neredeyse her kesiminden tepkiler yükseldi…

Bu tepkiler arasında en dikkat çekici olan ise Başbakan Yorgancıoğlu’nun Meclis kürsüsünden yaptığı “kınama” konuşmasıydı…

Yorgancıoğlu’nun Polis Teşkilatı’nı kınaması, halkın genelinde şaşkınlık, sol örgütlerde ise küçümsemeyle karşılandı…

Yürütme erkinin başı konumundaki bir kişinin, normal koşullarda kendisine bağlı olması gereken, mevcut koşullarda ise “kendisine bağlıymış gibi” davranan bir kurumu “kınaması” ilk bakışta insanı gülümsetmiyor değil…

Kurum kendisine bağlı olsa, başbakanın “kınaması” değil “gereğini yapması” beklenir… Ama hiçbir kktc başbakanının böyle bir yetkisi olmadığını hepimiz biliyoruz… kktc başbakanları polisten bir şey yapmasını veya yapmamasını sadece “rica edebilir”ler… Polis de TC Genel Kurmayı’nın emri ne ise onu yerine getirir…

Bugüne kadar hangi partiden olursa olsun hiçbir başbakan bu gerçekliği açıkça kabul etmediği için, bu “kınama” da normal olarak halkta “geldin mi babanın köyünden” tepkisi ile karşılandı…

Ama biliyoruz ki; bugüne kadar açıkça kabul etmiş olmasa bile hem Yorgancıoğlu hem de CTP yetkilileri kktc’nin gerçek bir devlet olmadığını biliyorlardı. Ancak hükümet olabilmek için TC’nin kabahatlerini üstlenmek zorunda oldukları algısına sahiplerdi ve bu sebeple de her zaman göğüslerini TC’ye siper etmişlerdi…

Peki şimdi ne oldu da Yorgancıoğlu açıkça değil dolaylı yoldan bile olsa TC’yi halka hedef gösterdi?

***

Kıbrıslı Türk halkında 2011 yılından beridir bir türlü düşüşe geçmeyen bir tansiyon yükseliyor…

Toplumsal Varoluş Mitingleri, ardından gelen KTHY ve LTB eylemlilikleri, Genel ve Yerel Seçimler; yavaşlayarak da olsa sürekli olarak “düzen dışı” arayışlara yönelik bir eğilimin sabit kaldığını gösteriyor…

Halkın en büyük açmazı, bu tepkiyi örgütleyecek siyasal bir önderiliğin olmayışı…

Sendikal muhalefet kendi çağırdığı hayaletten korkuya kapılıp geri çekildikten sonra (veya gerekli ayarlar verilerek etkisizleştirildikten sonra) meydan “küçük, marjinal” gruplara kaldı…

Hızla büyüme “tehlikesi” içerse de henüz halkın nabzını tutacak kadrolaşmayı sağlayamayan bu “marjinaller”in yetersizlikleri nedeniyle de “koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi” durumunun son demlerini yaşayan bir CTP mevcut…

CTP yöneticilerinin, en azından kendi masallarına inanmayan aklı başında bir kesimi, bu durumun farkında…

CTP’nin bir süredir göstermelik “radikal”izmlere izin veren bir yapıya kapı açtığı farkediliyordu…

Yemin meselesi, TOMA konusu gibi çıkışlar bunlardan ilk akla gelenler…

CTP yönetiminin tamamı bu yaklaşıma sahip değil elbette, ancak CTP yönetimi içerisindeki bazı grupların böyle bir meyili var…

Bu meyilin sebebi önemli değil, kendileri yaptıkları/söyledikleri şeylere gerçekten inanıyor olabilirler veya kamuoyunun nabzına oynuyor da olabilirler… Veya bağımsızlıkçı/radikal solun söylemelerini kullanarak, “muhalefetten rol kapmaya” da çalışıyor olabilirler…

CTP içerisinden gelen bu tür çıkışlar, gene CTP içerisinde çeşitli tartışmalara neden oluyor ancak dönem dönem yinelenmeye devam ediyor oluşu bakımından “düşük yoğunluklu bir süreklilikten” bahsedebiliriz…

Ve bu tür bir çıkış ilk kez CTP Genel Başkanı, başbakan konumundaki bir kişi tarafından yapılmış oluyor…

***

Hangi  niyetle yapılıyor olursa olsun, bu tür çıkışların topluma da toplumsal muhalefete de bazı yansımaları oluyor/olacaktır…

Öncelikle bugüne kadar “radikal, marjinal” grupların dile getiridiği bazı gerçekliklerin hükümetteki bir “sol” parti tarafından da dile getirilmeye başlanması; halkın zaten doğru olduğunu bildiği ve “söylem düzeyinde ifade edilmesini” radikalizm saydığı bir durumu doğrudan değiştirecektir.

Hükümetin başı “polisi kınıyorum” dediği zaman, herhangi başka birisinin “polisi kınıyorum” demesinin önemi kalmaz… “Polisi kınıyorum” demek halkın gözünde “radikalizm” olmaktan çıkar…

Böylece halk açısından CTP yöneticileri ile “geriye kalan sol” arasında algılanabilir düzeydeki farklar silikleşmeye başlar…

Üstelik “kınmalardan” pek etkilenmesi beklenmeyen polis de sokak ortasında voyvodalık yapmaya devam eder…

Toplumsal muhalefetin çeşitli unsurları CTP’nin bu “hamlesine” küçümseme ile yanıt verme hatasına düşebilir elbet…

“Madem hükmetin başısın kınamakla yetinme, gereğini yap” diyebiliriz… Haksız da olmayız…

Peki “gereği” nedir?

Başbakan istifa mı etmelidir? Kıbrıs’ın kuzeyinde “devrimci, ilerici, sosyalist” program bu mudur? “İstifa!”

Dahası, evet başbakan konumunda birisi “polisi kınadığı” zaman elbette “yeterli” bir şey yapmış olmayacaktır… Ancak toplumsal muhalefetin, başbakandan daha fazlasını yapmadığı ve sadece polisi kınayıcı nitelikte “sözler üretttiği” (haykıran manşetler, sert bildiriler, televizyon ve radyo başından incitici sözler) koşullarda başbakana “gülmeye” yüzü kalacak mıdır?

“O kınarsa olmaz, ben kınarsam olur”… Olur mu?

Başkasının eksiğini “eksik” sayıp, kendi eksiğimizi telafi ettiğimizi iddia edebilir miyiz?

Açıktır ki, CTP yöneticilerinin henüz programlı bir şekilde uygulamadıkları, AKP’nin tepkisinin nasıl olacağını da görmediğimiz ve deney niteliğindeki bu “hamlesi” tutarsa, toplumsal muhalefet “küçümseme ve alaydan” öte bir politika geliştirmek durumundadır…

Bu yüzden şimdiden düşünmeye başlamakta fayda vardır…

Bizim söylemlerimizi söylem düzeyinde kullanmaya başlayan bir hükümet karşısında tavrımız ne olacaktır?

***

Daha kapsamlı tartışmaların ve daha uzun yazıların konusu olmakla birlikte; belki de Başbakanı tebrik etmeli, randevu alıp ziyaret etmeli, söylemlerini birlikte pratiğe geçirmeyi teklif etmeliyiz…

Başbakan sıfatıyla Polis’in kapısına dikilip aynı pankartı tutmaya çağırmalı, Polis’i sivile bağlaması için zorlamalı, olmadı gerekirse Başbakanlık’tan ayrılacak bir fonla bu hukuksuz zorbalara karşı “kendi güvenliğimizi” sağlamak için birlikte düşünmeye davet etmeliyiz…

Belki de bizim söylemlerimizi kullananları “samimi” veya “samimiyetsiz” diye sınıflandırmak yerine, kararı pratiğin vermesi için kendilerine fırsat vermeliyiz…

Bunlar sadece bu son olay üzerinden ilk akla gelenler…

Karşımızdaki kapsamlı hamleyi Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesinde avantaja çevirilebiliriz, çevirmek üzere düşünmeliyiz…

 

 

Be the first to comment

Leave a Reply