Denize işeyeceklere tavsiyeler-Celal Özkızan

2 gün önce, “gazeteci” Levent Özadam, anayasal bir hak olan denizlerden ve sahillerden ücretsiz faydalanma hakkına sahip çıkan kişileri denize işemekle “eleştirdi”…

Levent Özadam, muazzam bir araştırmacı gazetecilik örneği sergileyerek, denizlere ve sahillere girmek için para ödemeyi kabul etmeyenlerin ardına düşüp, her birinin teker teker denize işediğini yerinde gözlemleyip, bunu biz sevgili okuyucularına özenle aktardı…

Anayasayı delerek kendilerinden para talep eden otel ve işletme sahiplerine ücret ödeyip denize girenlerin ise denize işeyip işemediği konusunda değerli “gazetecimiz” bizleri henüz aydınlatmış değil ancak bu işin peşini bırakmayacağı hususunda şüphemiz yok…

Aslında kendisi yazısında, bir gözlem sonucu değil, bir akıl yürütme sonucu bu kanıya vardığını belirtiyor. Diyor ki, hizmetlerden faydalanmamak kaydıyla denizlerden ve sahillerden para ödemeksizin faydalanmak anayasal bir haksa, bu durumda para vermeden denize girenler “tuvalet hizmetini” de kullanmıyorlardır! Bu durumda da mutlaka denize işiyorlardır! Aristo yaşasa, bu mantık yürütme karşısında, gözyaşlarını tutamazdı…

“Gazetecimiz”, şöyle soruyor, yazısında : “Tuvalete de girmeyin dediler! Orda durun bakalım. O zaman denize mi işiyorsunuz ? Lütfen cevap verin bana!”

Arkadaşlar, lütfen Levent Özadam’a cevap verelim, lütfen herkes denize işeyip işemediği konusunda Levent Özadam’ı bilgilendirsin. Kendisi, haklı bir şekilde, denizde yüzerken ağzına su kaçması ihtimaline karşı, bu suyun ne türden şeyler içerdiği konusunda endişeleniyor olabilir. O yüzden lütfen kendisine cevap verelim, örneğin ben, bazen denize işiyorum; ancak Levent Özadam ile aynı denizdeysem, çok sıkışsam bile, denize işemiyorum, tutuyorum içimde, içimde büyütüyorum.

***

İşin dalga geçme kısmını daha fazla uzatmanın alemi yok. Nerdeyse her insan 2 gündür itinayla bu yazıyla dalga geçiyor zaten. Yine de meseleyi küçümsememek lazım. Egemenler, ve onların sözcüleri, baş edemedikleri ve haksız olduklarını bildikleri konulara dair verilen mücadeleyi karikatürize etmeye, çarpıtmaya ve mücadele edenleri de değersizleştirmeye tarih boyunca çalışmışlardır…

Bazıları bunu -ne yazık ki- ustalıkla yapmış, Levent Özadam gibilerse, ancak komik duruma düştükleriyle kalmışlardır…

Beleşe Deniz aktivistleri ve Kıbrıslı Türk halkı ise, bu saçma “eleştiriyi” bile yanıtsız bırakmadılar, o yanıtı burdan paylaşalım: “Devletten sözkonusu hizmetleri halka sağlamak amacıyla deniz kenarlarını kiralamış bu işletmelerin, tuvalet-şezlong-duş hizmetleri için alabilecekleri TOPLAM ücret AZAMİ olarak 0.03 kuruştur. Çok çişi gelen olursa yanımızda bu kadar küçük bozuk para olmadığından helaline kapıya 1 TL bırakıp girmeyi savunuyoruz, üstü kalsın”…

***
Bu yazıyı yazmamdaki asıl amaç ise, Levent Özadam’ın yazısında pek de dikkat çekmeyen bir noktaya değinmek. Kendisi şöyle diyor: “Son yılların hastalığı bu! Sözde hepsi emekçi ama aksine, emekçi düşmanlığı yapıyorlar!”

Kısacası, bizleri, “beleşçi” olup, “emeğin karşılığını vermemekle” suçluyor !

Ne ilginçtir ki, egemenler, onların sözcüleri ve bazı kesimler, “emek” dedikleri şeyi ancak patronlar zarar görünce hatırlıyorlar…

Ne ilginçtir ki, özel sektörde sendikalaşma mücadelesine dair sessiz kalanlar, özeldeki emek sömürüsüne, güvencesiz çalışmaya, düzensiz mesailere, düşük ücretlere, iş cinayetlerine, iş yaralanmalarına karşı bir kez olsun emekçilerin haklarını savunmayanlar, anayasayı ihlal eden patronların çıkarları zarar gördü diye, bir anda “emeği” hatırlıyorlar…

Peki kimdir bu büyük otellerde ve işletmelerde gerçekten emek harcayanlar ?

Bu otellerin ve işletmelerin tuvaletini ve sahillerini temizleyenler, garsonluk yapanlar, komilik yapanlar, animatörlük yapanlar, mutfakta ve yemekhane kısmında çalışanlar, resepsiyonda duranlar, bellboy’lar, muhasebede çalışanlar, güvenlikte çalışanlar, kat görevlileri, oda temizlikçileri, bahçıvanlar, barmenler ve daha niceleri…

İşte bu otellerin ve işletmelerin bütün işlerini görenler, bu otellerin ve işletmelerin ayakta kalmasını ve hizmet vermesini sağlayanlar, bunlardır, yani emekçiler…

Peki bu emekçilerin durumu ne ?

Büyük bir çoğunluğu, sırf ucuz işgücü ve rahatça sömürülebilen emekçi olarak görüldükleri için, yabancı işgücünden oluşuyor, bir kısmı zaten tamamen kayıtdışı çalıştırılıyor…

Bu emekçiler, çok düşük ücretlere, düzensiz mesai saatleri temposunda, güvencesiz ve sendikasız bir biçimde, bütün kaderleri patronun iki dudağı arasında, çoğu zaman da yaz sıcağının altında çalışıyorlar geçimlerini sağlayabilmek için…

Emek emek diyoruz ya, işte oteller ve işletmeler söz konusu olduğunda, o emeği var edenler, bu emekçiler…

Peki Levent Özadam ve onun gibiler,bu emekçiler ve onların çalışma koşullarıyla haklarını asla dert etmezken, otel ve işletme sahiplerine, hem de anayasayal bir hak olmasına rağmen, para verilmedi diye mi “emek” kelimesini ağızlarına almaya cüret ediyorlar?

Emek, patronları daha çok zengin etmek ve anayasayı delmek söz konusu olunca mı aklınıza geliyor bir tek?

Denilecektir ki, iyi de sermaye sahipleri ve patronlar da, bu işe yatırım yapıyorlar, risk alıyorlar…

Yanlış…

Turizm sektörü, eğitim sektörüyle birlikte, Kıbrıs’ın kuzeyinde en çok kollanan iki sektörden biri…

Turizm sektöründeki işletme ve otel sahipleri, birçok sübvansiyondan, idari ve mali kolaylıktan, vergi muafiyetinden faydalanıyorlar…

Birçoğu da, devletteki ve siyasetteki “sermaye dostu siyasetçiler” aracılığıyla, en güzel arazileri çok ucuza kapatıyorlar…
***

İşin özü, egemenlerin derdi emek değil…

Onlar, eğer karşılarına “çalışanları” olarak çıkarsak bizi sömürmeye, “müşterileri” olarak çıkarsa da bizi yolmaya çalışıyorlar sadece, olan biten bu…

Hem de bunu, anayasayı da, Çalışma Yasası’nı da karşılarına alarak yapmakta hiçbir sakınca duymuyorlar, çünkü siyaset sahnesi, sermaye dostu ve hatta bizzat sermayedar kadroları olan sağdan soldan partilerle kaynamakta…

Ancak, bu böyle gitmez!

Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu