Eski bir GAÜ akademisyeni anlatıyor: “Dokuz yılda, tek bir kez dahi maaş dökümümü elime aldığımı hatırlamıyorum”

Girne Amerikan Üniversitesi çalışanlarıyla başlattığımız röportajlar dizisine, bugün eski bir GAÜ akademisyeniyle devam ediyoruz. GAÜ’de maaşların ödenmemesi ve sosyal yatırımların yapılmaması üzerine gündeme gelen konunun ardından başlattığımız röportajlar dizimiz ilerleyen günlerde de devam edecek…

GAÜ’de ne kadar zaman çalıştınız?
İdari kadroda dokuz yıl görev yaptım. Şu anda devlet memuruyum.

GAÜ’deki çalışma koşullarından bahseder misiniz?

GAÜ çalışanları, tüm kadrodan bahsediyorum; idari veya akademik, işçi veya profesör hiç önemli değil. Konu, maaşların ödenme şekli ve çalışanın sömürülmesi. Hükümetlerin de buna göz yumması. Çalışanlar ayın sonunda çalışmalarının karşılığını maaş olarak alırlar. Normali bu, ödeme aylık veya gündelik veya haftalıktır. GAÜ sözde aylık ödüyor. Ancak, çok uzun yıllardan günümüze maaşları ödeme şekli iki taksittir. Maaşınızın ne olduğu önemli değil veya göreviniz. Asgari ücret alanlarda sorun yok. Bir seferde maaşını alır, eğer ödeme yapılıyorsa! Ancak, çalışanın maaşı eğer asgari ücretin üzerindeyse, ödeme iki aşamada gerçekleşiyor. Birinci aşama asgari ücret miktarı yasal olarak görünen ve ihtiyat sandığı, sigortaların yatırımlarının yapılması gereken miktardır ( sözde yatırılan) İkinci aşama ise ayın ortasında ( genelde ayın 15’i diye geçer sözleşmelerde) maaşınızın geriye kalanı ödenir. Bu miktardan hiçbir yatırım söz konusu değildir. Yıllardır bu duruma göz yumuluyor. Sonuç çalışanın hakkı gasp edilerek işverenin cebine aktarılıyor. Devlet yetkilileri kurumları desteklemek taraftarıysalar ki öyle olmalı, bunu çalışanın hakkını yiyerek değil, birtakım muafiyetlerle sağlamalıdır.

“Hiçbir çalışan aylık bordrosunu soramaz, isteyemez, sorgulayamaz”

Diğer önemli konu ise keyfi sözleşmelerin, çalışma yasası hiçe sayılarak hazırlanmasıdır. İşsizliğin zirvede olduğu ülkemizde “kötünün iyisi” diye kabullenilip bu sözleşmeleri imzalayarak işe giriliyor. Adamına göre 12 ay süreli sözleşme yapılıyor. Bazen 10 ay veya 9 ay süre ile. Ölü sezon iş yok maaş yok. Kabul edilmezse o gider kabul eden gelir. İki türlü sözleşme hazırlanır. Biri yasal, diğeri uygulamada olan. Artık hangisi uygunsa o kullanılır. Hiçbir çalışan aylık bordrosunu soramaz, isteyemez, sorgulayamaz. Yaparsa mimlenir ve uygun zaman kollanarak işine son verilir. Dokuz yıl tek bir kez dahi maaş dökümünü aldığımı hatırlamıyorum. Ve aldığım duyumlar hala bu sistem devam ediyor. Önemli diğer konu, istisnasız her çalışanın maaşından %1,5 kesinti yapılır. Bu konuyu sorgularsanız, dönemine göre değişik sebepler sunulur. İlk sebep, etkinlik ücretidir. Yıl içerisinde piknik, yemek vs. gibi denilir. Ancak, “yok ben katılmak istemiyorum” deme hakki yoktur çalışanın. Yılda bir piknik bir de yılbaşı balosu olur, ancak pikniği çalışan tedarik eder, baloya da essiz katılırsınız ya da eşinizi ödersiniz. Başka bir zaman, bu kesinti için ; hemen “aileyiz” muhabbetine girilir ve “zor zamanları dayanışmayla atlatalım” olur.

“Çalışanın hakkını, çalışandan keserek ödemek…”

Benim dönemimde bunun adı bir ara “ödenmeyen sigorta yatırımlarının faizini ödeme” olmuştu. Kara mizah gibi. Çalışanın hakkını çalışandan keserek ödemek, ancak bizde olur! Rektör veya dekan farketmez kimsenin söz hakkı yoktur. İdare keyfidir ve belli birkaç ismin etrafında döner. İsimler Serhat Akpınar, Olgun Üstün, Cemile Şenkalp Esenyel, Asim Vehbi, Turan Cemaller dokunulmazlıkları vardır. Herkes birbirinin açığını kapatmakla görevlidir. Doğru ifade herkes birbirine gebedir ve birbirini üniversitenin zararı pahasına korur. Bu bölümü sadece sistemi ifade etmek için aktardım.

“Serhat Akpınar şoförünü evime gönderdi ve sözlü olarak işime son verildiğini, ofis anahtarlarını iade etmemi istediği iletildi…”

Sendikalaşmak bir noktada çözümdür ancak sendikalar dahi keyfi ve ciddiyetsizler. 1995 yılında bir dizi sorunlar sonucunda çalışanlar sendikaya üye olma kararı aldı. Birisi de bendim. Sendika geldi, forumlar dolduruldu, imzalandı ve çalışanın yanında birlik beraberlik dayanışma olacak, haklar korunacak diye sevindik. Araya bayram girdi. İş gününe başlamadan bir gün önce Serhat Akpınar şoförünü evime gönderdi ve sözlü olarak işime son verildiğini, ofis anahtarlarını iade etmemi istediği iletildi. Ben istifa etmedim, “yarın sabah ofisimde olacağım, işime son verilmişse gerekçesiyle bildirilmesini isterim” dedim. Bu olaydan sonra sekiz yıl daha çalıştım. Olay neydi sendikalaşmayı savunan, ön ayak olan birkaç piyon ve sendika arkamızdan herkesi ikna edip sendikadan ayrıldıklarına dair imza almışlar. Sorumluluğunu da birkaç kişiye yüklediler. Ülkemizin gerçekleri. Sendikalaşmak, birlik olmak bir yere kadar. Devletin idarecilerine büyük görevler düşüyor. Bugüne kadar göz ardı edilen. Akademik karmaşaya hiç girmiyorum!!! Her şey mümkün. Ancak yukarıda aktardığım çalışanların hakları konusunda sorgulayıcı olmanızı ümit ederim. Bu durum diğer özel üniversitelerde ve kuruluşlarda da yaşanıyorsa ( ne yazık ki yaşanıyor) takipçisi olacağınızdan eminim.