Kıbrıs Sorunu: Bugünün Görevi- Münür Rahvancıoğlu

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın göreve gelmesi ile birlikte Kıbrıs müzakerelerinde yakalanan olumlu hava, her geçen gün bir anlaşmaya doğru ilerlemekte olduğumuza dair pozitif bir umuda dönüşmüş durumda…

Bölgemizde ve dünyadaki konjonktürel dengelere bakıldığında böylesi bir gelişmenin gerçekten de mümkün olabileceği ihtimali ortada…

Gelin güncel gelişmeleri daha iyi kavrayabilmek ve bugünün görevlerini çözümlemek adına, bildiğimizi sandığımız olguları bir gözden geçirelim.

***

Devrimciler açısından Kıbrıs sorunu hiçbir zaman tek boyutlu bir karakter taşımadı. Biz bu sorunu her zaman iç ve dış faktörleri birlikte değerlendirerek ele almak gerektiğini ifade ettik: ABD, AB, Rusya gibi emperyalist güçler arası ilişki ve çelişkiler, emperyalistlerin taşeron olarak kullandığı Türkiye, Yunanistan gibi aktörler ve bu güçlerin Kıbrıs içerisindeki uzantıları…

Tek boyutlu değerlendirmeler her zaman yanlış olmaya, bütünü ifade edememeye mahkum kaldı. Mesela o hepimizin bildiği “biz mutlu mesut yaşıyorduk, dış güçler bizi böldü” yaklaşımı gibi…

Gerçeğin bir kısmını ifade etse de, yani dış güçlerin Kıbrıs’ın bölünmesinde çıkarları olduğu ve toplumlar arası ayrılıkları kaşıdıkları doğru olsa da; Kıbrıs sorununun bundan ibaret olmadığını hepimiz biliyoruz. Kıbrıs sorunu salt bir “böl-yönet sorunu”na indirgenerek kavranamaz. Toplumlar arası önceden var olan gerilimler ve farklılıklar yanında süreç içerisinde çatıışmalar sonucu oluşan olgular da hesaba katılmak zorundadır…

Tıpkı bunun gibi; “ne yaptıysak biz kendi kendimize yaptık. Kıbrıs sorunu EOKA ve TMT’nin eseridir” şeklindeki basitleştirme de hem doğru hem yanlıştır. Kıbrıs sorununda yerli işbirlikçilerin ve faşist, şöven güçlerin rolü göz ardı edilemez elbette, ama mesele de salt bu noktaya indirgenemez…

***

Üç katman, yani emperyalizm, taşeronlar ve işbirlikçiler arasındaki ilişkiler de doğrusal değildir. Yani ABD emir verir, Türkiye yürürlüğe koyar, TMT uygular (tam karşısında AB/ İngiltere/Rusya emir verir, Yunanistan yürürlüğe koyar, EOKA uygular) gibi bir basitleştirme de yanlıştır… Olaylar zaman zaman bu şekilde gelişmiştir belki… Ama adı sayılan her öznenin, uygun koşulları bulduğu zaman, deyim yerindeyse “kafasına göre takıldığı” yani kendi çıkarlarını maksimize etmeye odaklandığı da gözden kaçırılmamalıdır.

Verili sorunun oluşumunda çok farklı çıkarların birbiri ile çatışmasının etkisi vardır ve bu bütünsellik çerçevesinde, matematiksel cevaplarla yanıtlanabilecek kesin sonuçlar elde etmeyi ummak mümkün değildir. Her olay, her olgu, her soru analitik bir çözümlemeye tabi tutulmak zorundadır…

Düşünsenize, ne zaman başladığı dahi tartışmalı bir sorundan bahsediyoruz. 1931’de mi, 1958’de mi, 1963’de mi, 1974’de mi?

Hangi öznenin bakış açısından değerlendirdiğinize bağlı olarak, yukarıda sayılan tarihlerin her birine yaklaşımınız farklı olacaktır…

***

Peki, Kıbrıs müzakerelerinde yakalanan olumlu havayı ve hızla bir anlaşmaya doğru ilerliyor olma olasılığımızı, tüm bunların içeriside nereye yerleştirmemiz gerekir?

Öncelikle unutmamamız gereken, yaşadığımız coğrafyadaki sıkıntıların bir günde oluşmadığı gibi bir günde de çözülemeyeceğidir. Müzakerelerin bize sunabileceği tek olumlu şey, halklar arasındaki güvensizliği aşabilmek için, hukuki bir zemin yaratılmasından ibarettir. Bu elbette küçümsenecek bir gelişme olmaz, ancak abartılmasının da küçümsenmesi kadar hatalı olacağı açıkça ortadadır…

Esas mesele; Kıbrıs sorununu ABD, AB, Rusya, Türkiye, Yunanistan, Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk şöven güçler tarafından tanımlanmış biçimlerinden birisi ile değil; Kıbrıs’ın her iki halkının yeniden kardeşleşmesi, adamızın birleşmesi ve bağımsızlığı çerçevesinde görebilmektir…

Bu açıdan bakıldığında Kıbrıs sorunu; Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar, iktidar sorunudur…

Bizim kendi sorunumuzu çözmenin yolu da, saydığımız güçlere biat etmekten, onları idare etmekten, teşvik etmekten değil, ezilen kitlelerin içerisinde örgütlenmekten geçiyor…

Çünkü, bir anlaşma olması veya olmaması durumunda, ne olduğu farketmeksizin en çok ihtiyaç duyacağımız şey; halklarımızın barış ve emek iradesine dayalı örgütlülüğü olacak…

Bu yüzdendir ki, Kıbrıs sorununda bugünün görevi bizim dışımızdaki özneleri cesaretlendirmek değil, emekçi kitleler içerisinde örgütlenmektir…

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti