Kıbrıs’ın Kuzeyinin Ekonomik Yapısı (2) – Celal Özkızan

Bu yazının ilk kısmında, geçen hafta,74’ten 2004’e kadarki genel sosyo-ekonomik gelişmeleri incelemiştik (yazının ilk kısmı şurda : http://www.ankaradegillefkosa.org/kibrisin-kuzeyinin-ekonomik-yapisi-1-celal-ozkizan/ )

 

Bu hafta ise 2004 sonrası sürece odaklanacağız…

 

2004 sonrasına odaklanmadan önce, bir önceki yazının kapanış kısmı üzerine birkaç cümle daha söylemek lazım; çünkü meselenin 2004 sonrasındaki seyri, 2004’ü ve hemen öncesini nasıl yaşadığımızla fazlasıyla ilişkili…

 

Kıbrıslı Türk sermaye grupları, özellikle de Kıbrıs Türk Ticaret Odası, Annan Planı sürecinde “barış yanlısı” olarak kendi imajını iki anlamda temize çekmişti : birincisi, geçmişte Denktaş rejimine verdikleri büyük desteği unutturmuşlardı; ikincisi, kendi özel çıkarlarını, bundan sonraki süreçte, bütün toplumun çıkarları gibi yansıtabilme zeminini yakalamışlardı. Halbuki 2000’lere kadar –başka çareleri de olmadığı için- takip ettikleri ‘Türkiye sermayesi aracılığı ile dünya pazarları ile bütünleşme’ anlayışının yerini, 2000’lerin başıyla birlikte başka bir somut alternatifin belirmesiyle, ‘AB üzerinden dünya pazarları ile bütünleşme’ projesi almıştı. Bu projenin de, tıpkı önceki anlayış gibi, Kıbrıslı Türk emekçiler nezdinde bir karşılığı yoktu. Bunu ise bugün AB’deki ekonomik krizle ve emeğe karşı yöneltilmiş kemer sıkma önlemleriyle daha da iyi öğrenmiş bulunuyoruz.

 

Öte yandan 2000’lerin başında “barış ve çözüm” talebi o kadar meşru ve o kadar güçlüydü ki, bundan “faydalanmak” isteyen herkes sıraya girmişti. Özellikle dikkat edin, Kıbrıslı Türk solunun işlediği günahların büyük bir çoğunluğu, “barış” adı altında yapılmıştır. Burda sözü edilen şey barış ve çözüm mücadelesinin kendisi değil elbete. Aksine, barış ve çözüm gibi gayet haklı ve meşru bir talebin güvenli kanatları altına sığınarak işlenilen günahlardan söz ediyorum; ve bu günahların en büyüğü, bizzat “barış” kavramının içini boşaltmaktır…

 

Konumuza geri dönelim…

 

Annan Planı reddedilmişti belki, ama ardından gelecek olan neoliberal dönüşüm dalgası onay almıştı. Elbette Kıbrıslı Türk halkı 2004’te barışa, çözüme, daha özgür ve daha refah bir geleceğe duyduğu inanç ve özlem nedeniyle evet oyu vermişti, ancak sonuç fazlasıyla farklı olacaktı…

 

***

Bir zamanlar, eski İngiltere başbakanı Margaret Thatcher’a “en büyük başarınız ne?” diye sorulmuştu. Thatcher da, “İşçi Partisi” cevabını vermişti. Yani “Demir Leydi”, en büyük başarısının, kendince uyguladığı neoliberal politikalar olduğunu düşünmüyordu; onun yerine, kendi etkisinin, genelde İngiltere solunu ve özelde İşçi Partisi’ni sağa ve piyasacı anlayışa doğru çekmeyi başarmasıyla gurur duyuyordu.

 

İşte Kıbrıs’ın kuzeyinin ekonomik yapısı üzerindeki en önemli etkilerden biri de, 2004 sonrasında, öncesinde olmadığı kadar yoğun bir şekilde, sol-sağ ayrımının “piyasanın gerekleri” ve “ekonomik akıl” bahaneleriyle ortadan kalkmasıydı. Bir de marifetmiş gibi övünülüyordu bununla…

 

***

 

2004 sonrasının neoliberal dönüşüm politikaları herkesin malumu. Bunu burda uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. KTHY’nin tasfiyesi, DAÜ’nün üniversite öncesi kurumlarının özelleştirilmesi, K-PET’in özelleştirilmesi, Elektrik Kurumu ve Telefon Dairesi’nin özelleştirilmeye ısrarla çalışılması, suyun yönetiminin geleceğinin belirsiz olması ve özelleştirmeye açık kapı bırakılması, Göç Yasası, sözde Sosyal Güvelik Yasası, kamu sektörünü verimli kılmak söylemi altında kamu sektörünün neoliberal yeniden yapılandırılması, iş cinayetlerinin ve yaralanmalarının artması, özel sektöre yapılan onca teşviğe rağmen kamusal sorumluluklara bütçe ve çaba harcanmaması (özellikle eğitimde ve sağlıkta), özel sektör çalışanlarının modern kölelik; kayıtdışı çalışanların ise ayan beyan kölelik koşullarında çalıştırılması ve bunun her geçen gün yoğunlaşması ve daha nicesi…

 

Ancak genelde gözlerden kaçan önemli bir dönüşüm ise, Türkiye sermayesinin, 90’ların sonunda başlayan, ama özellikle 2004 sonrası dönemde çok ciddi şekilde yoğunlaşan bir biçimde adaya nüfuz etmesidir. Bu girişim, Kıbrıslı Türk sermayesi tarafından olumlu bir şekilde karşılanmaktadır büyük oranda zira AB üyeliği üzerinden dünya pazarları ile bütünleşme projesinin yanında şu anda elde bulunan tek somut alternatiftir bu sermaye için. Ancak bu konuda Kıbrıslı Türk sermayesi ile Türkiye sermayesi arasında da bir çelişki bulunmaktadır zira Kıbrıs’ın kuzeyinin piyasalaşmasından ve sermayenin saldırılarına gittikçe daha çok açılmasından dolayı oluşan kâr pastasından kimin ne pay alacağı, ciddi bir çekişme alanıdır. Zaten tam da bu yüzden, Kıbrıslı Türk sermayesi, neoliberal politikalara karşı tek ses destek olurken, bu politikalardan aslan payını hem kendi aralarında hem de Türkiye sermayesi ile nasıl bölüşüleceği konusunda da bir mücadele yürütmektedir kendi içinde. Bu mücadelenin yansımalarından biri de, K-PET’in özelleştirilmesi meselesinde olduğu gibi, “özelleştirilsin ama “yerli sermayeye” devredilsin” anlayışının “olumlu” bir şey gibi sunulmasıdır. Böylece hem özelleştirmenin emek-sermaye çelişkisi boyutu gözlerden uzak tutulmakta, hem de Kıbrıslı Türk sermayesi, pastadan pay kapma yarışında kendince meşru bir alan açmaya çalışmaktadır.

 

***

Bu haftaki yazıda daha çok meselenin sermaye grupları boyutuna değindik. Meselenin emek hareketi ve emek mücadelesi boyutunu ise önümüzdeki haftaya bırakalım.

 

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu üyesi