Londra’da Bir Otobüste… – Tahsin Oygar

 

Dört numaralı otobüsle Islington’a gidiyoruz; hava yağmurlu, hiç durmadı yağmur bugün, tüm gün boyunca çiseledi durdu. Dün de öyle oldu. Herkes geçtiğimiz hafta Londra’da havanın nasıl güzel olduğunu anlattı. “Keşke geçen hafta gelseydiniz” diye çok üzüldüler.

Rothschild ailesini bilir misiniz? İngiltere’de yaşayan en zenginler arasında, ilk ona giren bir aile. Barclays Bankası’nın sahibi yahu işte! Financial Times’ da bir haber çıkmış bir zamanlar; bir borç için teminat olarak köle almışlar diye, daha önceleri de buna benzer ciddi iddialar varmış. Ön koltukta oturan iki Türkiyeli hararetli bir şekilde konuşuyordu: “Adamlar işte böyle zengin oluyor lan. Her türlü pisliği yapacaksın başka türlü olmaz” dedi, şüpheli gözlerle bana bakarken bir tanesi. Sanırım tipimden ve bakışlarımdan onları anladığımı düşünmüş olmalı, sahte sahte gülümsedim. Sağımda elinde kaykay, Beats marka en pahalısından kulaklığı küpesinin yarısını örten, saçları Amerikan askeri modeli kesik, bir genç duruyor. Yanlış anlamadıysam rap dinliyor.

Biz geleli daha iki gün oldu. Ayakta duruyorum otobüsün sarı demirlerine yaslandım ve Londra’yı pek de iyi bilmem, duraklardan birinde orta yaşlı şişman ve perişan siyah bir kadın biniyor otobüse, rasta saçları dışında her yeri ıslak görünüyor. Emekli, gözlüklü pes suratlı yaşlı bir İngiliz’in yanına oturuyor. Kareli kahve tonlarında bir kep takıyor adam, siyahi kadının yanına oturmasından da çok memnun değil. Birden dalıyorum. Kareli kırmızı beyaz bir okul kıyafetim var ve önlüğüm beyazdı, yıl yanılmıyorsam 1983’tü, annem sıkı sıkı tembih etmişti: “Okul çıkışı iki tane otobüs var annem, sen Salahi Dayı’nın sürdüğüne bineceksin.” Annem ve babam çalıştığı için bana anneannem bakıyordu. Anneannem de çalışıyordu yanlış anlaşılmasın. O zamanın zenginlerinden birinin yatalak eşine ve ev işlerine karşılık iki üç kuruş kazanıyordu. Hayatımda ilk kez gördüğüm o müthiş piyanonun olduğu ev, yani piyanolu ev Marmara’daydı. Annem, on kez, nam-ı diğer Lord bakkalın orada ineceksin ve anneannen seni alacak diye söylemişti. Maarif Anaokulu’nda bahçede çok dutmaca oynamışlığım var. Çok sonraları orada içmişliğim de oldu çocukluğumu hatırlayarak. “Yahu bulamadılar başka yer meyhane yapacak” deyip deyip. Neyse Lord Bakkal’a gelmeden çok önce Marmara Parkı’nın orada üç arkadaşım birden hadi parkta oynayalım deyip, ineceklerini söylediler. Çocuk aklı işte onlarla beraber ben de parkta indim. Çok eğlendik. Saat kaçtı bilmiyorum, ortalığı velveleye vermiş anneannem. Arkadaşlarım da ben de o gün sıkı bir dayak yedik, meğerlim onlar da orada inmemeliymiş. Anneannem çok ağlamış ve korkmuştu o gün.

Hıçkırıklarla irkildim siyahi kadın ağlıyordu. Yanına oturulmasından memnun olmayan o yaşlı İngiliz, kepini çıkarıp başını kaşıyarak etrafındakilere bakıyor, kadın ise feryat figan bir şeyler söylüyor. Otobüsteki herkes ona bakıyor ve ne olduğunu, iyi olup olmadığını soruyordu. Grenfell Tower yangınında kız kardeşini kaybetmiş ve hala cesedini tespit edememiş. “Onu bulamıyorum” diye ağlarken, Beats kulaklıklarını çıkarıp müziği kapatan genç, nasıl zengin olurum diye plan yapan Türkiyeliler ve otobüsteki herkes bu acının ne kadar büyük bir acı olduğunu da kadının ailesinin köklerinin kredi karşılığı teminat olarak Barclays Bank’a verilen kişilerden olup olmadığını da bilemiyoruz…

Ücretsiz, kaliteli, doğa dostu, toplu taşıma tabii ki sonuna kadar talep edilmesi gereken bir haktır. Ama bundan da ötesi var, birlikte yaşadığımız insanların sevinçlerine, acılarına, aşklarına ve tüm duygularına dokunma, yani sosyalleşme hakkımızın da elimizden alınmış olması. Biz Kıbrıslı Türklerin pek bilemediği, bunu ya yurt dışında ya da çok eski hikayelerde tek tük deneyimlediği bir hak. Kapitalizm koşullarında bile ekonomik sebeplerle ücret karşılığı sağlanan bu hizmetten bile mahrumuz.

 

Tahsin Oygar

 Baraka Aktivisti