Özel Sektör Emekçileri – Münür Rahvancıoğlu

Yakın bir geçmişe kadar ülkemizde emek hareketinin sorunlarından bahsedildiğinde konu, memurların sıkıntılarından öteye gidemiyordu. Bunda kamu hizmetlerine yönelen saldırının ve kamuda çalışan emekçilerin sendikalı olmasının da etkisi büyük.

Eğitim, sağlık vb. hizmetlerin kamusal olarak sunulmaktan uzaklaşması için sistematik olarak yürütülen niteliksizleştirme politikaları, kamu emekçilerinin hem özlük haklarında hem de kamuoyu nezdinde itibarlarında ciddi bir gerileme ile paralel gelişti. En bariz gösterenini Göç Yasası’nda bulan bu gerileme karşısında kamuda örgütlü sendikaların neredeyse denemediği yöntem kalmadığı halde, hiçbir başarı elde edilemedi. Bugün, Göç Yasası’ndan istihdam edilen memur sayısı giderek artarken, kamu sendikalarının yönetimlerini elinde bulunduran Göç Yasası öncesi memurlar ile Göç Yasası sonrası memurlar arasında da gözle görülür bir duygusal gerilim tırmanmakta. Kısacası, Göç Yasası’nın geçişi sadece yeni istihdamların özlük haklarını geriletmekle kalmadı, sendikaların gücünü zayıflatan, birliğine sekte vuran bir etkide de bulunarak çifte zarar verdi, halen de veriyor…

Tüm bu süreç boyunca mevcut kamu sendikalarının yönetimleri, sürekli savunmada kalmayı tercih ederek; genel olarak kamusal haklara yönelen saldırıyı tüm emekçi kesimlerini kapsayan bir strateji ile göğüslememeyi tercih etti. Özel sektör çalışanlarının dayanılmaz hale gelen sıkıntılarını sahiplenmek yerine, kamudaki sorunlara sıkışıp kalan bir hat ısrarla bozulmadı. Hatta bu öylesine tutarlı bir hale evriltildi ki; genel bir “Göç Yasası eleştirisi” dışında, Göç Yasası’ndan istihdam edilen memurları dahi dışlayan bir sendikal duruşla duygusal, pratik taban daraltıldıkça daraltıldı.
Sendikalar bugün mahkum edildikleri yalnızlığı neredeyse bilinçli olarak seçti…
***
Bunun aksine, özel sektörde artık dayanılmaz hale gelen koşullar nedeniyle ciddi bir öfke büyüyor. Örgütlü olmanın güvencesinden yoksun olduğu için, aslında bir anlamda çaresiz de olan özel sektör çalışanları için hayat her geçen gün daha da katlanılmaz hale gelmekte.

İş cinayetleri, iş kazaları, meslek hastalıkları, izin kullanma zorlukları, ek mesai mevhumunun olmaması, bitimsiz ve sınırsız çalışma saatleri, insan onuruna yakışmayacak muameleler, sigortasız çalışma, hastalık izni dahi kullanamama ve bazı durumlarda maaşların geç ödenmesi hatta aylarca ödenmemesi gibi uygulamalar; özel sektörü gittikçe bir köle pazarına çeviren şekil aldı.
Bu duruma basın bildirisinin ötesine geçmeyen göstermelik tepkiler gösteren, hiçbir somut talep ortaya koymayan ve en önemlisi kamu emekçileri ile özel sektör emekçilerini birleştirecek hiçbir stratejisi olmayan sendikalar her şeyi seyretmekle yetindiler. Ama mesele sendikalardan ibaret değildi, hala da değil…

Benzer bir kayıtsızlık “sol, sosyalist vb.” örgütler ve hatta “aydınlar, kanaat önderleri” için geçerli oldu. Özel sektör emekçileri sesini çıkaramadıkça, yaşadıklarını sineye çektikçe ve tepki veremedikçe, yani “medyada görünür olamadıkça”, bu kesimler tarafından da görmezden gelindiler. Retorik düzeyinde dahi sıkıntıların dile getirilmesine gerek duyulmadı. Bunun yerine ciddi bir finansal, kitlesel imkana sahip olduğu düşünülen, medya ve kamuoyu önünde de prestijli olduğu varsayılan sendikaların kanatlarının altında siyaset yapmak tercih edildi.

Kamu sendikalarının gündemleri terennüm edildikçe, büyüyen bir kitleselliğe ulaşılacağı, sol hareketin kitle sorununun, aydınların finansal sorunları ile müzmin onaylanma ihtiyacının bu yolla çözüme ulaşacağı varsayıldı.

Böylece özel sektöre kör bir sendikal, siyasal, ideolojik “muhalefet” ortamı; neredeyse çöl gibi bir siyasal iklim memlekete çöktü…
***
Bunun ne kadar yapay ve kırılgan bir yanılsama olduğu ise artık son üç yılın pratiği ile görünür halde…

Bağımsızlık Yolu’nun “özel sektörde sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması” talebi ile başlattığı çağrı, üç yılda çığ gibi büyüdü. Kampanyanın iş kazaları, özlük hakları, insanlık onuru, dinsel gericilik, çocuk emeği, kayıt dışılık, kadın emekçilere yönelik tacizler, ekolojik sorunlar ve siyasal alternatifsizlik ile bağ kuran ısralı vurgusu siyasal görüşü ne olursa olsun tüm özel sektör çalışanlarının kalplerine temas etti…

Özel sektörde sendika olması durumunda, ülkemizde nelerin tartışılacağı, nelerin değişebileceği, nelerin bu sendikasızlıktan fırsat sağlanarak rahatça yapılabildiği; basit, gündelik ve net bir dil ile konuşulur hale geldi.
Bugün özel sektörün sorunları üç yıl öncesine göre çok daha yoğun konuşuluyorsa, bunda söz konusu kampanyanın büyük bir etkisi var. Üç yıl öncesine kadar görmezden gelinen devasa bir sorun bugün artık sendikalarından, aydınlarına ve sol örgütlerine kadar her kesimin dilinde…

Bunu görmek için, Bağımsızlık Yolu’nun çalışma yaşamına dair tespitlerini ve önerilerini çürütmek amacıyla farklı alternatifler türetmeye çalışan sağ, “sol”, sosyalist kesimlerin ve AB’den maaşlı “aydınların” çırpınışlarına bakmak yeterli…
Üç yıl önce gündemlerinde dahi olmayan bir soruna dair nasıl uzmanlık tasladıklarına, Bağımsızlık Yolu tarafından önerilen sendika zorunluluğu ve Çalışma Dairesi’nin etkinleştirilmesi önerilerinin boşa çıkarılması için nasıl çırpındıklarına bakarak, aslında esas dertlerinin özel sektör emekçileri değil, onları “barışa taşıyacak finansmanı elinde tutan” özel sermaye ile iyi ilişkilerini bozmamak olduğu anlaşılabilir.

Ama en net kıyaslama bir sonraki seçim döneminde siyasal seçim partilerinin özel sektörün sorunlarına dair getireceği önerilerle, bir önceki seçim döneminde söylemiş oldukları üzerinden yapılabilecek. Bir önceki seçim döneminde söylenenlerin koskoca bir sıfır olduğu biliniyor. Bir sonraki seçim döneminde ise, özel sektör emekçilerinin sorunlarının neredeyse Kıbrıs sorunu kadar konuşulacağını, bu konuda suskun kalan partilerin ciddi bir tepki toplayacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok…
***
Ama özel sektör emekçilerinin maruz kaldığı günlük zulümün gündeme gelmesi, konuşulması, bütün boyutları ile masaya yatırılması, çözüm önerilerinin yarışması, geçmişe göre bir olumluluk da olsa tek başına yeterli değildir. Bununla yetinilirse, özel sektördeki sorunlar da dile düşen her mesele gibi seçim malzemesi yapılarak laftan ibaret bir reklam kampanyasının parçası kılınacak, gündelik demagojinin soğuk sularında boğulacaktır.

Bizim ihtiyacımız olan, özel sektör emekçilerinin sorunlarını çözme iradesidir. Böylesi bir irade ise, aydın bilgiçliği ile geviş getirerek veya seçim partilerine oy devşirerek değil, sınıf mücadelesi perspektifi ile örgütlenerek oluşabilir. Kamuda ve özel sektörde çalışan emekçilerin birleşik sınıfsal mücadelesi için daha yürünecek çok yol vardır. Bağımsızlık Yolu, konuşmakla yetinmeyip, değiştirmek isteyen her insanımızla birlikte; özel sektörde sendikal örgütlenmenin yaratılması için, bu yolu santim santim açmaya kararlıdır.

Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri