PSİKOLOJİK GÜÇLENDİRME VE PSİKOLOJİK YIKIM ARAÇLARI OLARAK HAYAL ETMEK – FATİH BAYRAKTAR

Psikoloji biliminin etiğini öğretirken “Psikologlar zarar vermez” kuralıyla başlanır. Bununla ilişkili ve bir o kadar önemli kural “Psikologlar zulmedenin değil mağdurun yanında olmalıdır.” kuralıdır. Ancak Psikoloji tarihi bu kuralların doğrudan ihlal edildiği örneklerle doludur. En yakın zamanlı örneklerden biri Amerika’nın Irak işgali sırasında yaşandı. İşgali doğrudan destekleyenler arasında Amerikan Psikoloji Birliği’nin o dönemki başkanı vardı ve Irak’lılara yapılan psikolojik işgencelerin nasıl daha etkili olabileceği konusunda Amerikan askeri yetkililerini yönlendirdiği biliniyordu. Generallere Irak’lıların olumlu bir geleceği hayal etme becerilerini yıkmalarını, diğer bir deyişle hayali kabusa çevirmeleri gerektiğini öğütlüyordu. Böylece Irak’lıların direnme güçleri kırılacak, belki de işbirlikçi olacaklardı.
1950’li yıllar. Donald Hebb; Psikolog; ABD’deki McGill Üniversitesi’nin Psikoloji Bölümü Başkanı. Hebb o dönem Kuzey Kore’de esir alınan Amerikan askerlerinin nasıl itiraf ettirildiklerinin sırrını çözmeye çalışıyor. Hipotezi beş duyu organımızla algıladıklarımızın uzun süre bloke edilmesi halinde benlik duygusunun kaybolmaya başladığı. Ona göre Amerikan askerleri de benlik ve gerçeklik duygusunu yitirerek işkencecilerinin tüm yönlendirmelerine açık hale geliyorlar. Bu hipotezini McGill Üniversitesi’nde öğrenim gören 63 öğrenci üzerinde sınıyor Hebb. Öğrenciler günlerce ellerinde ve kollarında temas duygusunu engelleyecek boru şeklinde kartonlarla, duymalarını engelleyecek kulak tıkaçlarıyla ve görmelerini tamamen engelleyen siyah gözlüklerle kapalı odalarda tutuluyorlar. Sürecin sonunda çoğu gerçeklik duygusunu yitirmeye ve halüsinasyonlar görmeye başlıyor. Deneycilerin kendilerine sürekli dinlettikleri propaganda içerikli ses kayıtları sonucunda daha önce inanmadıkları şeylere inanır oluyorlar. Hatta bu inanç değişikliği bir kısmında kalıcı hale geliyor. Diğer bir deyişle benliklerini yitirmeye başlıyorlar. Yani Hebb insanları duyu ve algılardan soyutluyor, onları hayal etmeye zorluyor, bu hayaller kabusa dönüşüyor.
Yine 1950’li yıllar. Allan Memorial Enstitüsü’nde psikiyatr olarak çalışan Dr. Cameron bugün sınırlı alanlarda olsa dahi kullanılan bir yöntemin, elektro şok terapisinin ilk uygulayıcılarından. Ona göre beyine verilen elektro şokla hastalıklar iyileştirilebilirdi. İyileşme ise tüm benliğin silinip yeni baştan yaratılmasıyla mümkün olabilirdi. Cameron’un işkenceyi andıran tedavi yönteminin kurbanı olan birçok kişi değil iyileşmek daha da kötüleşti. Gün içinde defalarca elektro şok verilenlerin çoğu kalıcı bir biçimde hafıza kaybı yaşadı. Bazıları regresyon denilen çocukluğa geri dönüş halini yaşayarak tuvalet eğitimlerini, yemek yemeyi, yürümeyi unuttu. Tüm bunlar ise ruhsal hastalıkları iyileştirmek adına yapıldı. İşin ilginci bu ruhsal hastalıkların çoğunda kişiler gerçek dışı hayaller görüyorlardı. Çoğu durumda bu hayallerin ne kendilerine ne başkalarına zararı vardı ama gerçek dışı! hayal kurmanın kendisi hastalık! olarak görülüyordu.
Şimdi bu çalışmaları Kıbrısın kuzeyinde uygulanan neo-liberal politikalarla ve bu politikaların sonuçlarıyla birleştirmeye çalışalım. KTHY ve Sanayi Holding hem sembolik hem de gerçek anlamda bizim Dünya’yla temasımızı sağlayan yapılardı. Bu yapıların kaybıyla temas duygumuzu da yitirmiş olduk. Kıbrıslı Türkler olarak yarattığımız tüm değerler ve yapılar teker teker elimizden kayarken de aslında benliğimizi oluşturan parçaları kaybetmiş oluyoruz. Dünya’da var olduğumuzu ve bir gerçekliğe sahip olduğumuzu bize gösteren her şeyin kaybını yaşıyoruz. Bunun ötesinde gelecekle ilgili olumlu hayallerimiz yıkılıyor, kendimizi çıkmak istediğimiz bir kabusun içinde buluyoruz. Tıpkı Hebb’in çalışmasında olduğu gibi.
IMF-Dünya Bankası-Ankara menşeli paketleri düşünelim. Kıbrıslı Türklere zorla dayatılan yasalar ve düzenlemelerin temel gerekçelerinden biri açık ve örtük olarak söylendiği haliyle hasta bir ekonomik ve toplumsal yapıya sahip olmamız. Yani geleceğimize ait hayallerimizin olması. Güzel günler düşlememiz. Bu hastalık ise ancak şok edici tedbirlerle giderilebilir bazılarına göre. Ama tarih bize gösteriyor ki Dünya’nın neresine gidilirse gidilsin adına “Acı İlaç- Acı Reçete” denilen bu şok edici deneyimlerin sonucu benliklerin yitirilmesidir. Tüm bu yaşananların sonucu da eğer Kıbrıslı Türkler ayağa kalkmaz, birleşmez ve direnmezse tam bir benlik yitimi olacaktır. Tıpkı Cameron’un çalışmasındaki gibi.
Ama insanlar doğaları gereği güçlüdür. Hayal etme becerisini istismar eden ve kabus görmeye çeviren bu gibi girişim ve çalışmalara rağmen Psikoloji bilimi de bugün bu becerinin insanları ne kadar güçlü kılabileceğinin üzerinde duruyor. Çocukların hayal dünyasının genişliğiyle psikolojik sağlığı bir tutuyor. Yetişkinlerde geleceği olumlu hayal etmenin psikolojik rahatsızlıkları azaltan başlıca etmenlerden biri olduğunu vurguluyor. O yüzden hayal edin, düşleyin ve direnin diyor alternatif psikologlar. “Sizi hasta eden yalnızca bireyselleşme, yalnızlaşma, rekabet değildir, bu kavramların çıktığı kaynaktır yani sistemin kendisidir.” diyorlar. Cameron’un hasta-kurbanlarından ve tedavi-işkence sürecini en az hasarla atlatanlardan biri Psikologların söylediklerini doğrular nitelikte şöyle diyor: “Gerçekle bağlantımı sağlayan tek şey hastane-hapishanenin üzerinden her gün aynı saatte geçen bir uçağın motor gürültüsüydü. O gürültü sayesinde dışarıda hala bir hayatın sürüp gittiğini hayal edebildim.”
Bizi hayata bağlayan hayallerimiz olduğu sürece benliğimizi kaybetmemek adına umudumuz olacak. Zorbaları ve onlara yardım eden işbirlikçileri ise tarih yargıladı ve yargılayacak.

Be the first to comment

Leave a Reply