Sendika özgürlüğü yanılsaması- Cansu N. Nazlı

1 Mayıs ertesi Meclis’e sunulan ve özel sektörde sendikasız işçi çalıştırmayı yasaklamayı öngören İş (Değişiklik) Yasa önerisi oy çokluğuyla reddedildi. UBP ve DP milletvekilleri tezkereye ret oyu kullanırken CTP’nin oturuma katılan vekillerinin (15) tümü ile değişiklik önerisini gündeme getiren TDP’nin milletvekillerinin tümü (3) olumlu oy kullandı. İlk bakışta skalanın sağında duran parti ve milletvekillerinin özel sektörde zorunlu sendikalaşmaya karşı oldukları, solda duran parti ve vekillerin ise destek oldukları iddia edilebilir. Lakin, meclis oturumunda zikredilen argümanlar, sadece oylamayı baz alarak emeğin özgürce örgütlenebilmesi fikrine CTP ve TDP’nin tam destek, UBP ve DP’nin de köstek olduğu savını indirgemeci hale getiriyor. Vekillerin kabul ve ret oylarını açıklarken sundukları hukuki, ekonomik ve politik gerekçeleri daha iyi tahlil edebilmek, kapitalizmde iktisadi olan ile siyasi olanın nasıl ayrıştırıldığına/ devlet ile sınıf arasındaki işbölümüne bakmamızı gerektiriyor.

Kapitalizm Demokrasiye Karşı

Üreticinin artı emekten vazgeçmesi, kapitalizm öncesi sistemlerde siyasi, hukuki veya askeri baskıyla gerçekleşmekteydi. Yani artı emek toprak beyine ya da devlete angarya, rant, vergi ve benzeri yollarla devredilirdi. “Kapitalizmde ise artı değere el koyuş iktisadi yolla gerçekleşir. Sermaye sahipleri, güç kullanma yetkilerini devlete devrederek üretim sürecini doğrudan kontrol edilmesi ve örgütlenmesiyle üreticilerin üzerinde yeni bir iktidar kurmuştur ve iktisat dışı baskı ve zor kullanmaya artık gerek kalmamıştır.”1

Özgür Emekçi!

Kapitalizmde üreten, feodalizmdeki gibi toprağa ve toprak beyine bağımlı değildir. Burada üreten, emeğini ‘özgürce’ satabilmektedir. Marx’ın ifadesiyle özgür emekçinin varlığı, “hem kendi işgücünün mülkiyetine bir meta olarak sahip olmaya hem de işgücünün nesnel koşullarından zorla koparılmışlığa (yukarıda belirttiğimiz gibi, üretim sürecinin sermaye sahiplerince doğrudan kontrolü ve örgütlenmesi yoluyla) işaret eder.”

“İktisadi” ve “Siyasi” Alan Ayrımı…

Artı değere el koyma ve baskı kapitalizmde birbirinden ayrılmış gibi görünmektedir. Bir başka deyişle siyasi ya da hukuki bir baskı ve zor kullanma olmaksızın artı değere el koyma sermaye ile emek arasında değiş tokuş özgürlüğü görünümünde ortaya çıkar.  “Mutlak özel mülkiyet, üretici ile sömüren arasındaki bağlayıcı sözleşme ilişkileri; meta değiş tokuş süreci ve bütün bunlar yasal koşulları, baskıcı mekanizmaları ve devletin asayişi sağlama işlevlerini gerektirir.”2  Bu nedenle Ellen M. Wood’un da önemle vurguladığı gibi kapitalizmde siyasi alan ile iktisadi alan farklılaşmış gibi gözükse de aslında iktisadi alan sıkıca siyasi alana dayanır.

Sermaye Örgütü Kurucu Başkanı bir Başbakan Yardımcısı…

Yurtdışından misafirleri olduğu gerekçesiyle özür dileyerek Meclis’ten ayrılan Başbakan Yardımcısı ve DP Milletvekili Serdar Denktaş, TDP Milletvekili Zeki Çeler’in önerdiği İş (Değişiklik) Yasası tezkeresi görüşüleceği esnada meclis salonunda belirdi. Özel sektörde sendikalaşmanın zaten zayıf olan özel sektöre saatli bomba niteliğinde olduğunu söyleyen Serdar Denktaş’ın bir sermaye örgütlenmesi olan Genç İş Adamlar Derneği’nin (GİAD) kurucusu ve ilk başkanı olduğu düşünülünce sadece siyasi skalanın sağında yer aldığı için değil aynı zamanda sınıfsal çıkarlarının da tehlikeye girdiği için bu şekilde davrandığını kavrıyoruz. Özel sektörde sendikalaşmanın geçmişte olduğunu ve şimdi olmayışında devletin bonkörlüğünün, sendikal anlayışın ve siyasilerin rolü olduğunu sayarken sermayenin adını ağzına dahi almaması Nasrettin Hoca’nın ünlü fıkrasındaki deyişi akla getirdi: Hırsızın hiç mi suçu yok?

Meclis’te vekil olarak doktorlardan sonra en fazla iş adamı(!) olması ve bunların birçoğunun milletvekili olmadan evvel Sanayi Odası, Ticaret Odası gibi sermaye örgütlerinde yönetim düzeyinde yer almış olması ise özel sektöre sendikalaşma ile ilgili yasa değişikliğine tek ses ret denmesini izah etmektedir. Bir yanda sermaye tarafından özel sektör çalışanı uzun saatler boyunca, ucuza, hem sağlıksız hem de iş güvencesi olmadan çalıştırılmaya zorlanırken hükümet ve meclis sermayenin ayrıcalıklı pozisyonunu sağlama almak için seferber olmuş haldedir.

Tezkereye olumlu oy veren CTP yasa değişikliğine neden karşı?

Meclis oturumunda CTP tarafından konunun ivedi olarak görüşülmesi için olumlu oy verileceği açıklanırken yasa değişikliğinin sorunlu bulunduğu ifade edildi. Aslında verilen onay yasanın görüşülebilmesine olanak sağlamak içindi. CTP Genel Sekreteri ve Milletvekili Tufan Erhürman’ın yasayı neden sorunlu buldukları yönündeki argümanına bir göz atalım. Erhürman, mevcut koşullarda konunun ivedilikle görüşülmesi gerektiğini vurgularken özel sektörde sendikalaşmanın teşvik edilmesi gerektiğini ancak zorunlu hale getirilmesinin başta İLO sözleşmesi olmak üzere insan hakları düzenlemelerine uygun olmadığını iddia etmiştir. Gerçekten de liberal insan hakları kuramına göre, dernek ve sendika kurma ile, bunlara üye olma özgürlüğü aynı zamanda dernek ve sendika kurmaya ve üye olmaya zorlanamama özgürlüğünü de içerir(negatif dernek özgürlüğü).3

Herkesin de bildiği üzere insan hakları fikri tarih sahnesine çıktığı günden bugüne değişiklikler göstermiştir. Yasalar önünde eşitlik ve politik özgürlük emekçilerin ve kadınların tarihteki mücadeleleri sonucu onları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bahsi geçen İLO sözleşmelerinin 50-60 yıllık bir tarihi vardır ve diğer insan hakları külliyatına nispeten genç sayılan bu düzenlemeler de tarihte olduğu gibi hak mücadeleleri ile gelişmeye açıktır. Bu yüzden insan haklarıyla ilgili düzenlemelerden geri bir öneri karşısında bu düzenlemeleri savunmak ilerici bir şeydir. Ancak bu düzenlemelerden haklar bakımından daha ileri bir öneri karşısında bu düzenlemelerde ısrar etmek gerici bir tutumdur. Kuşkusuz ki insan hakları savıyla bu öneriyi sorunlu bulanlar öneriyi yukarıda andığımız negatif özgürlük bakımından geri görmektedir. Burada önerinin maksadı ve yöntemini izah edebilmek için özel sektör çalışanlarının mevcut durumuna bir bakalım.

Sendikalaşma zorunluluğu, sendikalaşma özgürlüğüne engel mi?

Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmeler temel hak ve özgürlükleri düzenlemektedir. Yasa önünde eşitlik gereği işveren ile işçi arasında bir ayrım gözetilmemekte; misal sözleşme özgürlüğü ile iki taraf kendi tayin ettikleri koşullar ile bir iş sözleşmesi yapabilmektedir. Hukuk dünyasında vuku bulan bu sözleşme ilişkisindeki taraflara üretim ilişkileri üzerinden bakacak olursak iktisadi eşitsizliğin hukuki eşitliği berhava ettiğini görürüz. Yaşamını sürdürebilmek için emeğini satmak zorunda olan emekçi/ özel sektör çalışanının sendikalı olmadan işveren karşısında pazarlık yapma şansı yoktur; bu sebeple işverenin kurallarını kabul etmek zorundadır ve işverenin işine geldiği kadar işine devam edebilir. Ülkemizde özel sektörde çalışanların sendikalaşma oranı yok denecek kadar az iken sermaye tamamen örgütlüdür. Kıbrıs’ın kuzeyinde ticaret yapmak isteyen bir kimse Ticaret Odası’na üye olmak ZORUNDADIR. İktisadi olarak güç sahibi olan kesimlere örgütlenme zorunluluğu getirilmesi insan hakları savunucuları için sermayedarların negatif örgütlenme özgürlüğü yönünden neden sorun teşkil etmiyor?

Mevcut koşullarda özel sektör çalışanı sendikalı olduğu takdirde işini kaybetmenin açık tehdidi altındadır. Oysa İş Yasası çalışanın sendikaya üye olması sebebiyle işten çıkarılamayacağını açıkça düzenlemektedir. Salt olarak soyut kuralların işçiyi koruyamayacağı ortadadır. Özel sektöre sendikalaşma zorunluğu aslında sendikalaşma özgürlüğünü hukuk aleminden üretim alanına taşımanın yoludur. En azından belli bir süre için de olsa böyle bir zorunluluk olmaksızın özel sektör çalışanlarının sendika kurma ve üye olma özgürlüğünü kullanması mümkün olmayacaktır.

Devlet ve sınıf işbölümü diğer bir deyişle iktisadi güç ile siyasi gücün ortaklığı sonucu bugün en temel hakkımız olan kamusal eğitim ve sağlık giderek zayıflatılmaktadır. Neoliberal politikalar devletin sosyal alandaki rolünü de arka plana itmekte, sosyal haklarımız da giderek geriletilmektedir. Özel sektör çalışanlarının çalışma hakları sürekli gasp edilmekte örgütlenme özgürlüğü ise ölü doğmuştur. Hamilelik iznine çıktığında ya da başka bir iş baktığı duyulduğunda işçiler kolayca kapı önüne konmaktadır. İş güvenliği sağlanmayan iş yerlerinde çalışanların sadece işi ve aşı değil vücut bütünlüğü ve yaşama hakkı da tehdit altındadır. Mayıs ayına gelindiğinde iş cinayeti sonucu hayatını kaybeden işçi sayısı 5’i bulmuştur.

Devlet tarafından adli yardım sağlanmayan ve işini kaybettiği için maddi geliri de bulunmayan özel sektör emekçisi uzun ve pahalı bir hak arama yolu olan yargıya başvuramamakta, böyle bir hakkı olduğu halde işverene haksız fesih davası bile açamamaktadır. Hal böyle iken, iş güvencesiyle birlikte diğer haklarını da sağlayabilmek için özel sektör çalışanının sendikaya üye olması zaruridir.

Tüm bunlar göz önünde tutulduğunda yasa değişikliğine karşı insan haklarını gözetiyor gibi görünse de CTP, negatif sendika özgürlüğünü bahane ederek özel sektör çalışanının sendika özgürlüğünü sağlamak için işverene getirilen zorunluluğa karşı çıkmaktadır. Yani, sadece oylama bölümünü inceleyerek, CTP’nin de sol bir tavır aldığı iddiası, kürsüde CTP adına dile getirilen argümanlar da hesaba katıldığında skalanın sağına kaydığı gerçeğiyle çürümektedir.

Özel sektörde sendikalaşma sadece üretime ilişkin bir mücadele değil, aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmanın ve demokratik bir toplum düzeni yaratmanın da gereğidir.  Bu yüzden sadece sendikalar değil siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri ve dernekler bu mücadeleyi sahiplenmeli ve yasaya destek vermelidir.

Son söz olarak; Wood’un da dediği gibi “Devlet –sınıf arasındaki işbölümü iktisadi ve siyasi mücadelenin bütünlüğünü ve sosyalizm ve demokrasinin eş anlamlı olması gereğini zorunlu kılar!”

1 Wood, Ellen M., 2008, Kapitalizm Demokrasiye Karşı, Yordam Kitap

2 Age.

3 Tezcan, D.; Erdem, Mustafa R.; Sancaktar, Oğuz; Önok , Rıfat M., 2011, İnsan Hakları El Kitabı, Seçkin Yay.

Cansu N. Nazlı

Not: Bu yazı ilk kez 8 Mayıs Pazar günü,  Gaile’de  yayınlanmıştır