SENDİKAL KRİZ-CELAL ÖZKIZAN

Yazıya başlamadan önce hemen belirtelim; yazıda sözü edilecek olan ve en nihayetinde muhatabımız olan sarı sendikalar değil, az ya da çok, öyle ya da böyle emekçinin haklarını savunmak için mücadele eden sendikalardır.

Yıllardır herkes bir sendikal krizden söz ediyor, tıpkı herkesin Kıbrıs sorunundan söz ettiği gibi…

Ve tıpkı Kıbrıs sorunu, farklı taraflar için farklı türden bir sorunken ve her taraf kendi çözümünü dayatmaya çalışırken, aynı şekilde sendikal kriz farklı farklı taraflar için farklı türden bir krizdir ve her tarafın bu krizi çözmeye dönük kendi planları ve mücadelesi vardır…

Örneğin egemenler için sendikalar, bu gittikçe zayıflayan hallerine rağmen halâ bir “kriz”dirler çünkü öyle ya da böyle sendikalar, sermayenin sömürü düzenine çomak sokmaktadırlar ve sermaye, her alanda istediği gibi at koşturamamaktadır. Halbuki sendikalar ve genel anlamda toplumsal muhalefet hiç olmasaydı, nasıl ki bir inşaat şirketi patronunun, kendi şantiyesinde, aylık 700-800 liraya, sigortasız, kaçak ve uzun, keyfi mesailerle çalıştırdığı işçi, sırf patron maliyetleri biraz daha düşürsün diye güvenlik tedbirleri almadığı için iş cinayetine kurban gidip öldüğünde ya hiç ses çıkmıyor ya da cılız sesler çıkıyor; işte başta sermaye olmak üzere egemenler isterlerdi ki, bütün emek “piyasası” işte böyle “güllük gülistanlık” olsundu. O yüzden bu kesimler için sendikaların mevcut hali bile “fazladır”.

Örneğin CTP için “sendikal kriz” demek, sendikaları eskisi gibi güçlü kuvvetli bir şekilde kontrol edememesi, sendikaları kendi iktidarına veya muhalefetine keyfince eklemleyememesidir. O yüzden bugün sendikalar “haddini aşıp” da CTP ve ortağı DP hükümetine karşı seslerine çıkardıklarında, bu CTP için bir “kriz” olmaktadır. Aynı şekilde, CTP muhalefetteyken, sendikalar CTP’yi iktidara taşıyacak yeterli adımların dozunu kaçırıp da olmaya ki “radikal tavırlar” ortaya koyarlarsa, bu da CTP yönetiminin keyfini kaçırmaktadır.

Bir özel sektör çalışanı için sendikal krizin tanımı zaten çok nettir; özelde sendikalaşmanın olmaması, ve böylece özeldeki emekçilerin hakları için mücadele edecek örgütlü bir yapının bulunmaması ve emekçinin, sadece patronun “insafına” kalmasıdır.

Peki ya sendikalar için “sendikal kriz” nedir ? Söylemesi acıdır belki ama sendikalarının hiçbir sorunu olmadığını, olsa da bunların ufak tefek sorunlar olduğunu (yani yapısal sorunlar olmadığını) düşünen sendika yönetimleri veya yöneticileri ne yazık ki sayıca fazladır. Bunlara göre ya kendi üyeleri “yeterince duyarlı” değildir, ya da sırf devlet, medya ve sermaye sendikaları krizde gösterdiği için böyle bir algı oluşmuştur yoksa sendikaların hiçbir sıkıntısı yoktur, olsa olsa “sendikaları çekemeyen” kesimler vardır. Öte yandan, sendikaların yapısal bir krizde olduğunu fark eden sendika yöneticileri veya üyeleri de yok değildir. Bunlar arasında bu krizden çıkmak için uğraş verenler de vardır, bu krizden nasıl çıkacağını bilmediği için ortaya bir alternatif koyamayan da…

Peki bize göre nedir sendikal kriz ? Her şeyden önce, bu krizin iki boyutu vardır; birincisi neoliberal dönüşüm, ikincisi ise sendikal hareket ve mücadelenin buna ver(eme)diği cevap. Birincisi, neoliberal uygulamalar bütünün en ciddi dönüşüme uğrattığı alanlardan biri “emek piyasası”, yani istihdam edilme koşulları ve biçimleridir. Bu yazı, bu konuyu ayrıntılandırmanın yeri olmasa da, temelde, diyebiliriz ki, neoliberal dönüşümle birlikte hem emekçiler kitleler halinde değil bölük pörçük halde ve çok çeşitli yerlerde çalışmaktadırlar (ki bunda, Kıbrıs’ın kuzeyine özgü üretimsizlik de büyük bir etkendir) hem de istihdamın sürdürülmesi çoğu zaman güvecensizdir ve pamuk ipliğine bağlıdır. İkincisi ise, Kıbrıs’ın kuzeyinde sendikaların bu dönüşüme karşın, halen neoliberalizm öncesi döneme denk düşecek türden bir sendikal mücadeleyi sürdürmeleri ve işte tam da bu anlamda “yapısal” bir krizde olmalarıdır; yani birkaç yönetici değiştirerek veya toplumdaki “algı”yı değiştirmeye çalışarak üstesinden gelinebilecek bir kriz değildir bu.

***

Peki çözüm nedir ? Her şeyden önce; sendikal hareketin bu yapısal krizi kabul edip kendini buna uygun olarak dönüştürmesi elzemdir. Bu anlamda, dünyadaki çeşitli toplumsal hareket sendikacılığı örneklerinden veya Kıbrıs’ın kuzeyinin tarihinde çok güzel bir örneği olan portakal toplama işçilerinin örgütlenmesinden dersler çıkarılabilir*. Daha da somutlaştırmak gerekirse; bugün sendikalar, bu yapısal krize cevap verememelerinden dolayı hem mevcut üyelerini kaybetmektedirler, hem yeni üyeler kazanamamaktadırlar, hem de toplumsal anlamda meşruiyet sorunu yaşamaktadırlar. Sendikaların buna verdikleri cevap, maalesef, yapısal bir soruna değil, sıradan ve yüzeysel bir soruna verilen türden bir cevaptır; yani “daha sert” basın bildirileri, “daha keskin” üslup ve tavır ve ne yazık ki daha korumacı yaklaşımlar. Elbette başta sermaye olmak üzere egemenlerin çenelerini kapatmaları için bu yollar da önemlidir ancak bu yapısal sorun, böyle sözde bir “radikalleşme” (yani kendi kendini tüketen bir radikalleşme) değil, meşru militan bir tavırla ve sendikal mücadeleyi daha geniş zeminlere yayarak çözülebilir; bu zeminin de adını açıkça koymak gerekir : özelde sendikalaşma. Bugün özelde sendikalaşmayı önüne bir hedef olarak koymayan hiçbir sendika, uzun vadede hayatta kalamaz. Dahası, bu hedefi gerçekleştirmek de, mevcut araçlarla ve yöntemlerle değil, neoliberal dönüşüme uygun cevabı teşkil edecek araçlar ve yöntemlerle mümkündür.

Celal Özkızan
Baraka aktivisti

 

*Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız : Münür Rahvancıoğlu – Kıbrıslı Türk Devrimci Harekti, Argasdi Kitaplığı

Be the first to comment

Leave a Reply