Solumuzun Ve Sol Yanımızın Mülkiyet Sınavı -3- Mustafa Keleşzade

Kıbrıs’ta barış mücadelesinin dinamikleri artık değişmeli. Annan Planı döneminde sol, Ankara’nın dayatmalarından ve statükodan bir kaçış olarak Avrupa Birliği ve Avrupalılık kimliğine erişim, muazzam ekonomik refah üzerinden bir propaganda süreci örmüştü.

Böylesi cafcaflı savlar ilk yazıda değindiğim mülkiyet meselesi üzerinden hukuksallığa sıkışmış bakış açısını görünmez kılmıştı. Bugün ise Avrupa Birliği artık insanımız için bir hayal olmaktan çıktı; ekonomik krizin derinleştiği ülkelere “besleme” kıvamında laflar eden Almanya, neo-liberal saldırganlığın ve dayatmacılığın doruğu olarak niteleyebileceğimiz Troyka ile gerçeklik duvarlarına çakıldı.

Artık sol, barış mücadelesini cafcaflı söylemler ve sağdan ödünç alınan “emek sermaye el ele” propagandası ile değil, gerçekler ve kendi ideolojik, sınıfsal bakışı üzerinden kurmak zorunda. Zorunda diyorum çünkü aksi halde, çözüm ve barış içinde bir gelecek düşüncesi bir hayalden öteye geçemeyecek. Artık hukuksal zeminin bırakılarak, insani ve barınma hakkı temelli bir görüşün geliştirilmesi gerekiyor.

Bugün mesele Kıbrıslı Elenler ile Kıbrıslı Türkler arasında birinin kazanımının diğerinin kaybı olacağı bir “zero sum game”e dönüşmüş durumda. Bu nedenle adamızın güneyinde mülkiyet meselesi üzerinde çözüme desteğin güçlendiği bugünlerde, kuzeyde ise yine aynı mesele üzerinden sermaye tarafından milliyetçi kışkırtmalar ve propagandalar yoğunluk kazanıyor.

İşte bu noktada bakış açısının değişmesi elzem bir hal alıyor; şu an ortada halklar arası bir zero sum game değil, imtiyazlarını koruma kaygısı ile iyice muhafazakârlaşan sermayenin oluşturduğu bir algı savaşı var. İkinci yazımda da bu konuya değinmiş, mülkiyet meselesinin de sol için sermayenin ve halkın mülkiyet sorunu olarak ikiye ayrıldığı, sermayenin mülkiyet sorununun çözümünün de halkları ilgilendirmediğini söylemiştim.

Peki, barınma hakkı temelinde bir görüş nasıl geliştirilebilir?

Sermayedarların mülkiyet sorunu solu ilgilendirmez; eğitimi sektöre çeviren özel üniversiteler, ülkemizin sahillerini sömüren ve zehrini üzerimize saçan oteller ve onlarca, belki yüzlerce ganimet mülkü elinde tutanların sorunu barınma hakkı temelinden incelenemez. Bu tarz durumlarda yaratılan durumun bedeli 74 öncesi sahiplerine iade veya tazminat, ya da hem iade hem tazminat şeklinde ödenebilir. Aynı şekilde 74 sonrası karşılıksız puanları ile yüksek miktarda haksız mülk alıp ardından bunları satanların da araştırılması ve yargılanıp bedelini ödemesi gerekmektedir. Barınma hakkı mülk imparatorlarının değil, kalacak başka evi olmayanların hakkıdır.

Bugüne kadar Annan Planı dâhil tüm çözüm önerileri mülkiyet üzerinde şu an yaşayana değil, 74 öncesi yaşayana son söz hakkı tanımaktaydı. Tekrardan 74’de yaşananın benzeri bir insani kriz, travmalar ve yükselen milliyetçilikle karşılaşmamak adına bu prensip tersine çevrilmelidir. Yani önerime göre, evin 74 öncesi sahibinin evi iade almak istemesi halinde (istemezse zaten karşılığında tazminatını alır), barınma hakkı durumunda olan evin mevcut sahibine evden ayrılması karşılığı tazminat ödenmesi veya sosyal konuta yerleştirilmesi önerilir. Evin mevcut sahibi kendisine yapılan bu öneriyi reddeder ve evin 74 öncesi sahibi de ısrarcı olursa son söz hakkı hali hazırda evde ikamet etmekte olan mevcut sahibine verilir. Elbette evin 74 öncesi sahibinin de nu durumda hakkının korunması gerekir. Kendisine mağduriyeti karşılığı tazminat veya barınma hakkı durumundaysa sosyal konut verilir.

“Peki, tazminatı veya sosyal konut diyorsun ama bunu kim ödeyecek veya yapacak?” dersen.  Barınmak için yaşadıkları evlere muhtaç bireyler ister eşdeğer, ister karşılığı adanın diğer yarısında olmayan mülklerde oturuyor olsunlar, yaratılan durumun sorumlusu kabul edilemezler. Kıbrıs sorununu ne evlerini terk etmek durumunda kalan Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elenler yarattı, ne de Türkiye’den Kıbrıs’a göç etmek durumunda kalan insanlar yarattı. Her hangi bir tazminatın barınma hakkı durumunda olan bu insanlardan tazmini düşünülemez. Adada var olan durumun sorumlusu olan iki tarafta faaliyet yürüten otoriteler ve mevcut garantörler yaratılan durumun bedelini ödemelidir.

Tüm bunların gerçekleşebilmesi için ise sol, barınma hakkı gündemini oluşturarak hem bu bakışı barışın şekillenebilmesi adına halklara aktarmalı, hem barınma hakkının oluşacak bir anlaşmada yer alması için müzakerecileri zorlama, hem de iki taraftaki otoriteler ve garantörler üzerine baskı oluşturmalıdır.

Böylesi barınma hakkı temelinde bir mücadelenin şekillenip, oluşacak planda egemen kılınmadığı durumda solumuzun ezilenleri daha da fazla ezmeye aday bir plana evet demesinin koşullarının oluşup oluşmayacağı da ciddi bir tartışma konusudur.

 

İlk Yazı: Solumuzun Ve Sol Yanımızın Mülkiyet Sınavı

İkinci Yazı: Solumuzun Ve Sol Yanımızın Mülkiyet Sınavı-2-

Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu