Suyu Yönetmek, İnanç ve Şeffaflık – Münür Rahvancıoğlu

Türkiye’den boru ile getirilen ve Geçitköy barajına akan suyun nasıl kullanılacağına ilişkin soru işaretleri güncelliğini koruyor.

Hükümetin büyük ortağı CTP’nin bu konuyu yönetme tarzı; demokrasi, şeffaflık, halkın özne kılınması gibi başlıklardaki tavrının da en net göstergesi niteliğinde…

Öncelikle su getirilmesi konusunda ekolojik, siyasi ve ekonomik nedenlerle yıllarca yürütülen muhalefetin, bugün için de geçerli olduğunu söylemeliyim. Siyasi-ekonomik bağımsızlığımız ve doğa ile barışık bir gelişme açısından; “taşıma su” çizgisinin sakıncaları hala geçerliliğini korumakta.

İşte biraz da bu yüzden; hali hazırda gelmiş olan suyun ülke sınırlarımıza ulaştığı andan itibaren halkımızın siyasi iradesi dahilinde yönetilmesi, kullanılması ve kontrol altında tutulması gerekmektedir. Mevcut konjonktürdeki tabi olma halimiz yarın değiştiği zaman; su konusunda da yeni kararlar alabilecek imkanlara sahip olmamız için bu şarttır…

Gene de bu ileriye dönük tartışmaları şimdilik bir yana bırakalım ve mevcut sürecin nasıl yönetildiğine bakalım…

***

Su borularla adamıza ulaştı. Açılış da gerçekleştirildi. Şimdi bu suyun kimin tarafından yönetileceği ve nasıl işletileceği ile ilgili durumun netleşmesini bekliyoruz.

Suyun yönetimi ve işletilmesi konusunda halkımızın ciddi kaygıları olduğu uzun zamandır biliniyor. Bilinmeyen ise siyasi iradenin tavrının ne olacağı…

Hepimizde oluşan ortak kanaat o ki; AKP’nin sadece suyu değil, suyun taşınacağı borular da dahil olmak üzere bütün sistemin kontrolünü elimizden almak gibi bir niyeti var.

Yani su baraja akacak, oradan borularla evlere kadar taşınacak ve burada faturalanarak parası tahsil edilecek. Bütün bu aşamalarda yönetim, kontrol, yetki TC “uzmanlarında” olacak.

AKP’nin istediğinin bu olduğunu varsayıyoruz. Pek muhtemeldir ki bu varsayımımız doğrudur.

Ancak bugüne kadar ne TC yetkililerinden ne de kktc yetkisizlerinden bu yönde bir resmi açıklama yapılmadı.

Bize sürekli olarak söylenen, “CTP’nin suyun yönetiminin Kıbrıslı Türklerde olmayacağı bir biçime itiraz edeceği”dir. Ve toplum buna “inananlar” ve “inanmayanlar” olarak saflaştırılmaya çalışılıyor.

45. yıl sloganı olarak “bize inanmak gerek” sözünü ön plana çıkaran CTP açısından mesele bu kadar basit…

Ama halk “inanmak” konsunda kararsız, “bilmek” istiyor!

Peki geleceğe ilişkin bir şeyi önceden bilmek mümkün mü?

***

İşte demokratik süreçlerde “şeffaflık” prensibinin önemi bu “önceden bilmek” konusunda ortaya çıkıyor.

CTP’ye kalırsa; su ile ilgili tartışmalarda kendileri gayet şeffaf!

Süreç ile ilgili tutumlarını sürekli olarak halka anlatıyorlar ve tavırlarının ne olacağına dair teminat veriyorlar…

Ama işin aslı, daha ortada bir “tartışma” olduğuna dair bile bilgilendirilmiş değiliz…

TC’nin talep ettiğinin ne olduğunu resmi kanallardan duyanınız var mı? Varsayımlardan, tahminlerden bahsetmiyorum, geleceğe ilişkin “inanılacak” bir şeyden de söz etmiyorum…

Halen konuşulduğunu bildiğimiz ve CTP’nin kendi tavrını ısrarla kafamıza kazımaya çalıştığı konu ile ilgili TC’nin ne dediğin soruyorum…

Bize slogan nitelikli cümlelerle mütemadiyen tutum bildiriminde bulunan, buna karşılık da geleceğe ilişkin “inanç” talep eden CTP, hiç de iddia ettiği gibi şeffaf değil…

Çünkü Kıbrıslı Türk halkının, kapalı kapılar ardında yürüyen tartışmadan haberdar olma hakkını gasbetmiş durumdadır.

Halkımız TC’nin tutumunu bilir ve bu tutuma dair “ortak kararımız” üzerine tartışma şansı bulursa, bu tartışmada CTP’nin fikirleri de elbet önemli fikirler olarak değerlendirilmeli…

Ama biz daha bize teklif edilenin ne olduğunu bilmiyorken, bizden CTP’ye inanmamızı talep edenler, çok şey istiyorlar…

Bizim adımıza o masada oturanlar, konuşulanları bize de aktaracak kadar dahi halka güvenmiyorken, bizden “inanç” talep ettiğinde; ilerleyen süreçlerde manevra yapabilmek için bilgi sakladıklarını düşünmek en doğal hakkımızdır…

Kısacası, demokratik süreçlerde “şeffaflık” prensibini ihlal edenin, kendine özel hesapları olduğunu bilmek için; “inançsız” olmaya gerek yok…

Aksine bu bilgilendirilme eksikliğini önemsememek için; mümin derecesinde “inanmış” olmak gerekiyor…

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti