YA İNŞAAT RESUL ABİYE KARŞI PAMUK PRENSES HİKAYEMİZ – ALİ DOĞANBAY

Her keresinde bir başka şekle bürünerek ve genelde bir şekle bürünüyor gibi görünerek ve fakat aslında 15 Kasım’dan her gün aldığında daha da palazlanarak ve gürbüzleşerek, bazen açık bazen el altından bazen okşayıp severek bazen kızıp azarlayarak ama esasen resmi hiç değiştirmeden, eğmeden, bükmeden “besleme tarihimize” yeni bürünmüş-büzüşmüş şekil ve şemalarla atıfta bulunuyorlar. Gönyeli’de yaşanan olayın da şekli şemali budur. Şekil ve şema cumhuriyet tarihimizde farklı ellerle hep aynı resim yapılmaya çalışılmış, alttan alta da bu dil hep “beslenmiştir”. Yeni değildir, bizim olan şeyi, gayet insani şeyi, bizden alıp bize etiketlemeleri, ve her etiket gibi fiyatlandırmaları, ve bize satmaları yeni değildir. Bu besleme sözü de öyledir, kim vakti zamanında neyi beslemişse şimdi onun palazından büyüyor. Palaz ki cümlenin öznesidir, yükleme sataşmayın beyler!

Misal Kemalist rejimin şeklen olmasa da şema olarak çizdiği de çok farklı değildi ve yalnızca fark şuydu, resim biliyorsun bir sözcük gibi akılda pek kalmadığı için unutulmaya müsaitti. Belki çok hatırlamıyoruz ya da çabuk unutuyorduk, bundandı. Ve fakat Resimli Osmanlı Tarihi öyle değildi tabi. 16 Türk devletini kırbaçlayarak tarihten çıkarıp sarayın merdivenlerine dizen yeni-Osmanlıcı akp ise bunu açık şekilde ve şemasız yapmayı seçmişti. (ki on altısının da nasıl beslendiğine dair ciddi sanrılar ve tarih öksürten bilgiler vardır, olsun devletimiz şekil ve şema çizerken bunlarla ilgilenmiyordu, maksat resmin bütünlüğü ve bölünmez bütünlüğü ve tek bir resmin bölünmez bütünlüğü; misal 15 Kasım’da, birden, öksürelim hadi tarihe sonra ne olacak bakalım dedikleri için rakamsal bir sıkıntı peyda olmuş, sorun devletin kıvrak zekası ile çözülmüş ve Batı Hun dokuz numaralı forma numarası ile sahadan çıkartılıp (gol yollarında etkisizdi ve artık yaşlanmıştı) genç ve diri forvet adayı on altı sırt numaralı forması ile sahaya sürülmüştü. Olsun, biz sistem futbolu sevmiyoruz zaten, kaos futbolu iyidir, sahaya çıkmadan “Haydi göreyim aslanlarımı, Allah yardımcınız olsun” dedin mi oynar bizimkiler, niye, oynamadı mı, Al işte Avrupa Kopenhag kriterleri, Mayısın 17’sinde, ama anlamadılar, hem maksat tarihe kaos çıkartmak, giren çıkanın pek önemi yok.)

Baştan diyeyim, “besleme” dahil olmak üzere ve “değil siz, sizin devletinizden kimse bu inşaatı durduramaz” diyen Ya inşaat Resul Abi, üzgünüm, söylediklerinizi hiç üstüme almıyorum, siz de üstünüze almayın.. 15 Kasım’dan gün aldıkça gürbüzleşen bu şekli şekilsiz şemayı kim yarattıysa bu onların kavgasıdır, onlar üstüne alınsın, biz karışmıyoruz… Ve bakıyorum bu gürbüzleşen şekle, kimseye benzetemiyorum, bu zaten insan işi bir halktan çıkmış olamaz, bu olsa olsa faşist generallerin, mızraklı ve ucu taramalı tüfeklerin ve tankların ve çoğu insan değil bomba taşıyan uçakların ellerinden çıkmıştır. Biz üstümüze almadık. Sizin gürbüz çocuğunuzla olan kavganızda da aranıza girmeyeceğiz. Şöyle değerlendiriyorum bunu, kendi çocuklarına kızan anneleri gibi, neyini beğenmediler bilmiyorum, kendileri de isteyerek mi yapmadılar acaba, yoksa herkes kendi şekline göre mi olsun, herkes kendine göre bir şema mı istiyor bilemedim. Ama büyük ihtimalle isim kavgasıdır, oğlanın babasının adını mı koyalım çocuğa, kızın babasının adını mı? Ama eğer ortada bir besleme ya da Ya inşaat Resul Abi’nin kızgınlığı varsa, bunların hepsi aynadaki aks-i suretleridir. Biz aynayı kırmak için çıktık yola. Ve cadıya her keresinde yalan söyleyen yardakçıların tarihini de kırmak için çıktık yola… Biz cadıya güzelsin demeyiz. Bu gürbüz de kiminse, bir gün alıp gideceksin buradan…

Buradan virgülü atarak bütün bu kibir kalıplı ve yukardan aşağıya bakan cümlelerine karşı sağı solluyorum çünkü sağın zaten böyle bir dili yoktur. Ve solumuza bakıyorum. Sağı genelde solladığım için sevgili solum sen beni sağ görüşlü zannediyorsun ya, ya da sağın sağlamasına sayı biriktiren diye sayıyorsun ya beni, öyle değil. Neden değil? Sen de yola aynayı kırmanın tarihinden çıktın, çıkmadın mı, cadıya şimdi kıyafetler giydirip, makyajlar sürüp cadı değilmiş gibi yapamazsın. Yapma. Ki zaten o bile bunu kabul etmiyor. Bak, geçenlerde ESKAD esefle kınadı, yanlış bir şey demiyor, tenis kursu ile kuran kursu aynı şey değildir diyor o yüzden raketle mi oynayacağız bu oyunu yoksa kutsallarımızla mı diyor. Raketi bırak öyle gel diyor. Karar ver diyor. Biz diyor, öyle canın her istediğinde kutsallarımıza raket ile vurmana izin vermeyiz, veremeyiz. Onların kutsalları vardır, bizim yolumuz. Cadıya cadı de, aynanın içinden ona methiyeler düzme, aynayı kır. Sen pamuk prensesten daha güzelsin deme. Öyle güler yüzlü gözlerle, öyle başında kavak yelleri eserek bakma onlara. Onların aynasının içinde on beş yaşında çocukların mezarları var, o gözlerin içinde mutluluğu, huzuru bulamazsın. Ayna sana bir kere daha söylüyor ki, bu halkın güzel çocuklarının gözlerinin içine bak. Büyümeye yer arayan umutlarını yeşertmek için her tonda bahar çiz onlara. Sen esefle kına onları. Herkes yalan söylemeye başladıktan ve herkes aynanın içinden konuşmaya başladıktan sonra sen halkına dönüp “tembelsin, aptalsın, anlamıyorsun, uyuzsun, çıkarcısın, memursun, yan gelip yatarsın, yersin, içersin, meyhanecisin, rahatına düşkünsün, beceriksizsin, yapamazsın, yönetemezsin” diyemezsin. Çünkü hepimizin iç cebinde bir yerlerde taşıdığı aynası var. Aynalarımız var. Kimseye göstermediğimiz aynalarımız var. Aynadan düşürüp kırdığımız suretlerimiz var. Aynaya konuşmanın tarihini birbirimizin suratlarına doğru konuşmaya ve cadının masalına değil halkının gerçeğine döndürmedikten sonra ve en mühimi bu halka masallar uydurup kılıflar giydirmekten vazgeçmedikçe bu şekil ve şema cumhuriyetinin şekilsiz hiçbir yanına kızamayız. Bu ayna, bu elden düşme cadılar, bu masallar, bu tarih bizimdir, herkes aynasını kırdıktan sonra konuşsun. Yol, budur.

Gönyeli’de belediye çalışanları ile Ya inşaat Resul Abi arasındaki problem 40 yıldan fazla olan bir sorundur ve yeni değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Kıbrıslı Türk solunun bu şekilsiz şekle/şemaya ve aynadan cadıya karşı söyleyeceği şey benim için en önemli olandır… Ve –açık diyorum- benim için vaat edeceğiniz ne varsa, ki bu AB’ye girmekten tutun da kuracağınız federal-interaktif ya da kapsamlı-yarı kapsamlı veya eh işte-olduğu kadar barış şemalarınızdan daha mühimdir. Bakın, bu Resul Abi devletin bizatihi kendisidir, bu Cizre’de başka bir şekle bürünür, Gezi’de başka bir şekil edilip şema ile anlatılır, yolsuzluk olur, hırsızlık olur şekilden şekle girer, Hrant’da başka bir şekle bürünür bu kez beyaz bere takar, yarın Akkuyu’da başka bir şekle bürünecek, göreceksin. Ve bu şeklin hukuku yoktur, çünkü şekilsizdir, ve bir gün sana da bir şekilsizlikle gelip sana da gerçek gerekebilir. Bunların şeması bozulmasın diye her şekle girerler. Sen de işte, şekilden şekle girmeden konuşacaksın ki aynalara kızabilesin.

O yüzden Gezi’ye dokunmalı benim cumhurbaşkanım. Hrant’ın düştüğü yere uzanmalı. Cizre’ye dokunmalı. Cizre’de çocuklar öldükçe Lefkoşa’ya barış gelmeyeceğini bilecek benim Cumhurbaşkanım. Önce onurumuz diyecek. Çocuklarımızın onuru için, onurlu büyüyecek çocuklarımızın tarihi için, dünyanın bütün onurlu çocukları gibi, onurla ve el ele tutmayı öğreterek başka çocuklara, evet, en çok çocuklara politika yapmayı siyasetten sayacak, benim cumhurbaşkanım. Benim cumhurbaşkanımın büyük işleri yoktur öyle… Olmasın da… Olmayacak…

Ahmet Şık “Paralel Yürüdük Biz Yollarda” adlı kitabında, cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ve hükümetin en başına kadar uzanan şüpheli listesi barındıran soruşturmaların tümünün nasıl kapatıldığını, kılıfına nasıl uydurulduğunu, buna hazır kitlenin algı yoluyla nasıl kandırılarak inandırıldığını ve bu süreçten bile darbe çıkaran sağ kurnazlığını özetleyen şu fıkrayı kitabının sonlarına doğru anlattığında, benim de aklıma, nedense, cadı-ayna hikayesinde söylediğim paralellikteki gibi, Resul Abi ile ne zaman karşı karşıya gelse benzer durumları üreten, yaratan, kılıf bulan, önce kendini sonra halkını inandırmaya çalışan, pek cambaz olan ülkemin çoğu kurnazlarını aklıma getirdi, yalan değil… Dilerim cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu fıkranın malzemesi olmaz ve kılıfına değil gerçeğine uygun politika yapılır. Ve Kıbrıslı Türk Solu tarihin aynasından başını çıkartıp her defasında bize şekil ve şema uyduranlara karşı bu defa “sizden daha güzeli var” der… O güzel ki, yolumuzdur… Kutsalımızsa yalnızca insanın nefes alıp vermesi kadar mesafedir; bir de o mesafede âşık olursa, severse ve bölerse yüreğini bizden güzeli yoktur…

Efendim fıkra şöyledir; “Bir Rus Yahudi’sinin, Moskova’dan çıkışında bavulundaki Lenin büstünü gören gümrükçüler “Bu nedir?” diye sorar. “Bu nedir, değil, bu kimdir diye sormalıydınız” diyen adamımız, “Bu Lenin büstüdür. Sosyalizmin temellerini attı, Rus halkına iyilikler getirdi. Bereketli günlerin hatırası için yanıma aldım” karşılığını verir. Gümrükçüler adamın geçişine izin verir. Tel Aviv’de ise bu kez İsrailli gümrükçüler “Bu nedir” diye sorunca “Bu nedir değil, bu kimdir?” diye sormalıydınız diyen adamımız, “Bu Lenin’dir. Bu deli cani yüzünden Rusya’yı terk etmek zorunda kaldım. Yanıma aldım ki her gün bakıp lanet okuyayım!” diye devam eder ve gümrükten kaçar gider. Adamımızın, evine gidip büfenin üstüne koyduğu büstü gören yeğeni “Amca bu kimdir?” diyerek bu kez doğru soruyu sorduğunda yanıt verir: “Bu kimdir değil, bu nedir, diye sormalıydın. 10 kilogram 24 ayar altın, vergisiz, gümrüksüz.”

Ali Doğanbay

Be the first to comment

Leave a Reply