Yoksulluk Kader Olamaz – Münür Rahvancıoğlu

Giderek derinleşen bir ekonomik kriz içerisindeyiz. Kriz en fazla halkı; özel sektör emekçilerini, küçük esnafı, küçük üreticiyi ve Göç Yasası sonrası işe girmiş kamu emekçilerini etkilemiş durumda. Peki bu kesimlerin krizden etkilenmemesi için, krizin bir yoksullaşmaya dönüşmemesi için yapılabilecek hiçbir şey yok mu?

***

Yaşanan kriz ilk önce fiyatlara yansıdı: Elektrik zamlandı, yeniden zamlanacağı söyleniyor. Süte zam geldi, tüp zamlandı, benzine kaç kez zam yapıldığını kararı alan bakanların kendisi bile hatırlamıyor, hayat her geçen gün daha da pahalı oluyor. Artık marketlerin kapısından içeri girmek tam bir cesaret meselesi; damacana su, ekmek, hellim, bolibif, diş macunu, iğneden ipliğe her şey daha pahalı…

Kira fiyatları önce döviz kiracılarını vursa da, TL üzerinden kirada olanlara ulaşması da çok uzun sürmedi. Bankadan aldığı borçla başını bir dam altına sokanlarımız ise daha az dertli değil: Maliye Bakanı Serdar Denktaş’ın bankadan döviz olarak borçlananlara yönelik “şikayet etmeye hakları yok, döviz ile borçlanırken bana mı sordular” açıklamasının üzerinden iki hafta geçmeden bankalar TL faiz oranlarını geriye dönük olarak arttırdıklarını duyurdular. Yıllarca ödenen taksitler çöpe gitti, borç vadelerinin üzerine yeni yıllar bindi, böylece TL ile borçlananların da döviz ile borçlananlardan hiçbir farkı kalmadı.

Üstelik kriz derinleştikçe, patronlar maaşları arttıracağına azaltıyor, mesaileri uzatıyor, ek mesai ödemesinin lafını bile etmiyor… Özel sektörde çalışan her işçi, en ufak bir itirazında kapının önüne konulabileceğini ve bu kriz ortamında işsiz kalmanın tüm yaşamını alt üst edeceğini çok iyi biliyor.

Krizden en çok etkilenen, yaşam düzeyi gerileyen ve yoksulluğun pençesine düşenler de özel sektör çalışanları, küçük esnaf ve küçük üretici…

Hükümet, bu kesimleri koruyucu önlemler alacağına; sanki yoksulluk kaderimizmiş gibi, yaşananlara halk yararına müdahale edilmesi mümkün değilmiş gibi bir tutum içerisinde. Değil elimiz, boydan boya tüm vücudumuz taşın altında olduğu halde bize sürekli elimizi taşın altına koymamızı söylemelerinin nedeni de bu…

***

Peki bu krizden çıkış için yapılabilecek hiçbir şey yok mu? Elbette var, dünya kapitalist sistemine entegre olma biçimimizi, ekonomimizin kırılganlığına sebep olan bağımlılaştırıcı faktörleri değiştirdiğimiz takdirde krizden çıkmak da mümkün. Ancak bu, bir günde olacak bir şey değil ve zaten ne hükümetin ne de ülkemizi gerçekte yöneten egemen güçlerin ekonomide yapısal bir değişikliğe gitmek gibi bir isteği yok. Onlar mevcut durumdan gayet memnun…

Ama varsayalım ki, bu kriz bir tür doğal afet gibi bizim iradi kontrolümüzün dışında, diyelim ki bu krizi ortadan kaldırmak için yapılacak hiçbir şeyimiz yok… Böyle bile düşünsek, hala yapılabilecek tercihler olduğunu göreceğiz.

Deprem anında bulunduğunuz ortamı can havliyle terk ederken; para çantanızı mı alırsınız yanınıza yoksa çocuğunuzu mu? Sel baskınında yüksek tepelere doğru kaçarken, yanınızda sizinle beraber neyi götürürsünüz? Yanardağ patlaması nedeniyle yerleşim yerinizi terk ederken, yalnız mı gidersiniz? Diyelim ki bu kriz deprem gibi, sel baskını gibi, yanardağ gibi bir doğal afet ve diyelim ki hükümetin bu afeti önlemeye veya durdurmaya imkanı yok; Peki bu afetten etkilenecekler arasında hangi kesimleri koruyacağını da mı seçemiyor hükümetimiz?

Bal gibi de seçiyor! Sorun şu ki hükümetin seçimi özel sektör çalışanından, küçük esnaftan, küçük üreticiden yana değil: Büyük sermayeden, kumarhanelerden, özel üniversitelerden, otellerden, süper marketlerden, özel hastanelerden kısacası zaten zengin olanlardan yana…

***

Hükümet büyük sermayeye uyguladığı pul, gümrük, kdv, vergi vs teşviklerini aynen devam ettiriyor. Bugün bir otel, bir özel üniversite, bir özel hastane bizim ödediğimizden çok daha düşük bir tarifeden elektrik parası ödüyor.

Krize karşı alındığı iddia edilen tüm tedbirler, zenginlerin karları azalmasın, büyük sermaye olumsuzluk yaşamasın diye alınıyor.

Oysa “herkesin elini taşın altına koyması” gereken bu dönemde, toplumun %7-8’ini geçmeyen ultra zenginlere yapılan teşvikler durdurulur ve ufacık bir vergilendirme ile servetlerine dokunulursa; halkın ezici çoğunluğunu oluşturan özel sektör çalışanları, küçük esnaf ve küçük üreticiyi destekleyici onlarca şey yapılabilir.

***

Devlet okullarının tamamen ücretsiz olması, nitelikli sağlık hizmetine erişim için cebimizden bir kuruş para harcamak zorunda kalmamamız, toplu taşımacılık ve barınma hizmetlerinin geliştirilmesi, temel ihtiyaç kategorisine giren 250 kws’a kadar elektriğin konutlara ücretsiz verilmesi gibi önlemler; krizin sırtımızdaki yükünü büyük ölçüde hafifletecektir.

Bağımsızlık Yolu olarak içerisinde bu sayılanlar da olmak üzere toplam on beş maddeden oluşan bir “Acil Önlem Paketi”ni daha krizin ilk haftalarında Başbakan’a iletmiştik. Sonraki haftalarda ise, uygulanması için zaten çok cüzi miktarda maliyet gerektiren bu önlemlerin hayata geçmesi için hükümetin herhangi bir ek harcama yapmasına gerek olmadığını; önerdiğimiz yirmi beş maddelik “Acı Reçete”nin ultra zenginlere uygulanması ile gerekli olacak kaynağın fazlası ile karşılanabileceğini gösterdik.

Hükümetin tek yapması gereken; zenginlerin karını korumak için hali hazırda harcamakta olduğu kaynağı, ihtiyacı olmayanlara ödemekten vazgeçmektir. Bu kaynak özel sektör çalışanlarına, küçük esnafa ve küçük üreticiye yönlendirdildiği takdirde, kriz durmasa da bizim yoksullaşma sürecimiz duracaktır.

***

Oysa hükümet tercihini zenginlerden yana yapmaya ve bize de yoksullaşmamız kadermiş gibi davranmaya devam ediyor. Hayır! Yoksulluk kader değildir! Zenginler daha da zenginleşsin diye zorla içine sokulduğumuz bir kafestir!

Biz bu ülkenin gerçek üreticileri, emekçileri, esnafı, bu toprakları yaşanılır bir yer yapmak için her gün alın terini akıtanlar; buna göz yummayacağız. Bize dayatılan yoksulluğu, kabul etmeyeceğiz. Bu krizin bedelini biz ödemeyeceğiz!

İşte bunları haykırmak, için, 26 Ekim Cuma saat 19:00’da Lefkoşa Selimiye Meydanı’nda, Pahalılığı Protesto Mitingi’nde buluşuyoruz.  Kapalı kapılar ardında zenginler için karar alanların karşısına halkın hakları olduğunu duyurmak için çıkıyoruz…

Halk birleşirse, zenginlerden daha güçlü ve daha kalabalıktır. Bunu bilmeyenlere, unutanlara ve önemsemeyenlere, gereken cevabı 26 Ekim akşamı hep birlikte vereceğiz. Bize kader olarak dayatılanı, sahibine iade edeceğiz!

Münür Rahvancıoğlu

Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri