ZAM – Celal Özkızan

1326921906_1430Hükümetin elektriğe yaptığı ve kullanılan dilimler açısından %19 ile %29 arasında değişen zam oranları her şeyden önce sadece elektrik kullanımında bir pahalılığa değil, aynı zamanda dolaylı yoldan pek çok ürünün (ürünün üretilmesinde bir girdi olan elektriğin maliyetinin artmasından dolayı) pahalılaşmasına yol açacak…

 

 

Öte yandan tek başına elektrik zammı düşünüldüğünde bile, kavurucu yaz aylarında pek çok hanenin -örneğin klima kullanımından dolayı- daha üst dilimlerde elektrik tüketimi yaptığından ve dilim arttıkça zam oranı da arttığından, çok ciddi sıkıntılar yaşanacak…

 

 

Sonuç olarak, büyük ortağı “sol” olan bir hükümet, başta elektrik kullanımı olmak üzere pek çok ürünün zamlanmasına sebep olmuş ve yıllardır maaşlarında/ücretlerinde bir artışa kavuşamayan (ve hatta kamuda 2008’den sonra işe giren gençler söz konusu olduğunda halihazırda çok daha düşük ücretlerle işe başlayan) emekçiler, “sol” hükümetin ve onun küçük sağ ortağının kurbanı olacak… (ve tüm bu sıkıntılardan doğan öfke de, eğer yanlış bir kanala doğru akarsa, ifadesini “özelleştirin bu Elektrik Kurumu’nu da kurtulalım gitsin” cümlesinde bulma tehlikesini yaşıyor)

 

 

***

 

 

Hükümet zamın yanında “uzun vadeli” bir niyet/plan beyanında bulunmuş durumda ayrıca…

 

 

Bazı çevreler de elektriğe yapılan zammın bu uzun vadeli -ve sözde Elektrik Kurumu’nun özerkleşmesine kadar gidecek olan- planlamayı gölgelememesi gerektiğini söylüyorlar…

 

 

Ancak bu “iyi niyet” temeline dayanan güven ve iyimserliğin unuttuğu bir şey var…

 

 

Geçmiş ve bugün bize tekrar tekrar öğremiştir ki, hükümetler, toplumun üstünde ve toplumdan bağımsız olarak kurulan/işleyen ve “teknik olarak” analizler yapıp “toplum için” kararlar alan şeyler değildirler…

 

 

Her hükümet, toplumun çelişkili yapısının kaçınılmaz olarak doğurduğu bir sonuç olarak, toplumdaki belli bir grubun “temsilcisi” olur…

 

 

Elbette bu temsil durumu, siyah ve beyaz ilişkisi gibi değildir…

 

 

Yani hükümetler, toplumun bir kesimini tamamen temsil ederken, diğer kesimini hiç temsil etmezler gibi bir durum söz konusu değildir…

 

 

Ancak neredeyse her zaman, ağırlıkları (hem de baskın bir şekilde) belli bir taraftan yana olur…

 

 

Toplumumuzu en temel olarak üç toplumsal kesime ayırabiliriz : Emekçiler (yani ücret alabilmek için/geçimini sağlayabilmek için emeğini öyle veya böyle satmak zorunda olanlar), küçük üreticiler (yani kendi işlerini kendi kendilerine (veya yanlarında sadece birkaç insan çalıştırarak) yapanlar; çiftçiler, tarımcılar, küçük dükkan sahipleri vs. gibi) ve patronlar (kendi işlerini, yanlarında çalıştırdıkları çok sayıda emekçiye yaptırıp emekçilerin sırtından geçinenler)…

 

 

Elbette bu bölünmenin kendisi de net değildir; örneğin ücretli çalışan bir emekçi, aynı zamanda kendi bahçesinde bir şeyler yetiştirip onları satarak para kazanabilir, yani aynı zamanda bir küçük ürecitici de olabilir; ancak yine de yukarda tarif edilen bölünme bize bir fikir vermektedir…

 

 

Bunun yanı sıra, bu bölünmeler kendi içlerinde de gruplara ayrılırlar…

 

 

Örneğin bizde bugüne kadarki hükümetler (“sol” CTP’nin de içinde bulunduğu hükümetler de dahil olmak) üzere patronların hükümetidirler, ağırlıkla patronların çıkarlarını temsil ederler, ancak örneğin patron/sermaye kesiminin içindeki gruplaşmalarda da taraf olurlar (örneğin gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin, sermaye kesimi içinde yer alan tüccar grubuna, büyük sermayelere/patronlara ve son on yılda da başta Türkiye kökenli olmak üzere yabancı/dış sermayeye yakın durduğu kolayca gözlemlenebilir)

 

 

Yazının ana konusundan sapmamak ve zaten uzayacak olan yazıyı daha da uzatmamak adına, bu kesimlerin kendi aralarında ilişkileri ve çelişkileri tartışmayı bir kenara bırakalım…

 

 

Bu bölünmeyi dile getirme sebebim şu : CTP, ağırlıklı olarak patronları temsil eden bir “sol” parti olarak (ve küçük ortağı olan DP de bir sağ parti olarak) toplumsal sorunlara dair kararlar alırken, “tüm toplum adına” değil, öncelikli -ve ağırlıklı- olarak temsil ettiği kesimlerin aleyhine olmayacak şekilde çözümler üretir…

 

 

Elektrik zammı da, bu anlamda, tek başına düşünülmemektedir…

 

 

“Patronların siyaseti” olan neoliberalizm, kendini özelleştirme, ekonomik paket, piyasalaştırma (örneğin sağlıkta), kamudaki emekçilerin ücretlerinin ve hakların gaspedilmesi, sendikaları yıpratma, özel sektördeki kölelik koşullarını sürdürme olarak göstermektedir…

 

 

Elektrik konusunda çözüm de, haliyle, hükümet tarafından, örneğin sürekli elektrik kesintilerine sebep olan, denizlerimizi kirleten ve doğayı kana bulayan, kâr için ürettiğinden pahalıya elektrik satan ve tüm bunlara rağmen hak etmediği garantili alım sözleşmeleri ile daha da ödüllendirilen (ki bu garantili alım sözleşmelerinde, bir önceki CTP hükümetinin de payı var) AKSA’nın bu imtiyazlı konumuna son vermek ve hatta onu hepten kamulaştırmak yerine, temsil ettiği kesimler gereği “çözüm”ü önce emekçilerin cebine elini atarak buluyor…

 

 

Yine aynı şekilde bu hükümet, Bakanlar Kurulu kararlarıyla elektrik borcu muafiyetlerine sahip olan (yani elektrik borcunun önemli bir kısmının devlet tarafından karşılandığı) ama buna rağmen milyonlara ulaşan borcunu ödemeyen Cratos Otel, Suat Günsel gibi büyük şirketlere/patronlara/sermayelere el atmak yerine, yine aklına en önce emekçilerin cebine elini atmak geliyor…

 

 

Bu çerçevede düşünüldüğünde, özelleştirmeyi ve piyasalaşmayı savunan kesimlerin temsilcisi olan böyle bir hükümetin, uzun vadede özel sektör patronlarını değil de bir kamu kuruluşu olan Elektrik Kurumu’nu özerkleştirip yaşatacağını düşünmek, en iyimser ifadeyle saflık olur…

 

 

Daha en başta gözüne halkı kestiren bir hükümetin sonra bir anda halkın varlıklarına sahip çıkacağını ve patronların/sermayenin borçlarını tahsil edeceğini iddia etmek, en iyimser tabirle saflık olur…

 

 

Daha da acıklısı, örneğin devlet tarafından kendisine sürekli imtiyazlar sağlanmasına rağmen pahalıya satan ve doğaya zarar veren AKSA’ya dair alınması gereken önlemlerin bu “uzun vadeli” planda yer bile almaması…

 

 

***

 

 

Yukarda çizilen genel çerçeveden sonra, bu zama karşı farklı çevrelerin takındığı farklı tutumları eleştirel bir gözle incelemeye çalışalım :

 

 

1. grup : 1. gruptakiler, hükümetin bu adımını destekleyen kişilerden oluşuyor ki bu kişilerin büyük çoğunluğunu da yine bazı CTP’liler oluşturuyor (CTP tabanının büyük bir kesiminin bu zamları onaylamadığını söylemeye gerek bile yok). Bu kişiler, zammı elbette sırf zam olsun diye desteklemiyorlar. Diyorlar ki, hükümet uzun vadeli bir plan yaptı, hükümet “iyi niyetlidir” ve “reform hükümetidir” o yüzden bu “acı önlemi” almak zorunda kalmıştır. Ancak hükümetin asıl hedefi, KIB-TEK’in özelleştirilmesini engellemek ve onu özerkleştirmek. Bu kesimler, yukarda tarif ettiğimiz şeylerden habersiz (veya bu şeyleri önemsemeyen) bir tavır takındıklarından, “iyi niyetli” CTP yöneticilerinin (ki bu yöneticilerin içinde pek çok şirket yöneticisi patron da var) “tüm toplum adına” kararlar aldığını öne sürebilecek kadar -en nazik ifadeyle- toplumsal durumdan habersizler. Yukarıda bu konuyu yeterince işlediğimizden uzatmayacağım ancak söylemek gerekir ki, CTP’nin bu kararını eleştirenlere “toplumu gelsin UBP mi yönetsiz o zaman ? UBP zamanından daha iyi miydi?” diye savunmaya çalışmaları, fazlasıyla acıklıdır; acıklıdır çünkü kendini sol ve hümanist değerlerle tanımlayan bir partinin elemanlarının, kendilerini sağ, faşist, halk düşmanı ve AKP yalakası bir partiyle kıyaslayarak iyi hissetmeleri utanılacak bir durumdur.

 

 

2. grup : İkinci grubu ise “hemen bir şeyler yapmalıyız” tedirginleri oluşturuyor. Bu grup, elektrik zammına tepkili ve hemen, çabucak, çok büyük bir direniş ortaya konmasını beklemektedirler. Bu grup, tüm iyi niyetine ve mücadeleye dair olan inancına rağmen şöyle bir hata yapmaktadır : Sorunları tek tek ele alıyorlar ve tek bir soruna karşı yürütülecek muazzam büyüklükte direnişler bekleyip, sorunların diğer sorunlarla ilişkisini göremeyip tek sorunun çözümü üzerinden toplumsal muhalefetin büyük başarılar kazanmasını bekliyorlar. Beklentileri büyük olunca, haliyle hayal kırıklıkları da büyük oluyor ve “hemen bir şeyler, hem de büyük bir şeyler yapmalıyız” noktasından kısa sürede “bu toplumdan hiçbir şey olmaz” sinikliğine ve umutsuzluğuna geçebiliyorlar. Toplumsal muhalefetin güçlenmesinin, sadece ortaya ciddi sorunlar çıktığı anlarda gerçekleştirilecek bir şey değil, hayatın tüm alanlarında (evde, mahallede, okulda, işyerinde, atölyede, sendikada, örgütte, köyde ve kentte) ve her zaman sabırla işlenerek gerçekleştirilebileceğini akılda tutmak lazım. Büyük sıçramalar önemlidir elbette ama büyük sıçramalara giden yolu yürümek de sabır ve zaman ister.

 

 

3. grup : 3. gruptakiler, sivil itaatsizlik çağrısı yapanlardır. Bu çağrının niyeti, elbette zamlara karşı verilmek istenen bir tepkidir; ancak unutulan şey şu ki, mesele basit bir zam meselesi değil, asıl mesele genelde neoliberal saldırılara ve özelde KIB-TEK’in özelleştirilmesi tehlikesine karşı verilecek mücadeledir. Eğer bu mesele sadece zam çerçevesinde ele alınırsa ve sivil itaatsizlik anlamında “o zaman faturaları ödemeyelim, ne de olsa devlet de borcunu ödemiyor” gibi bir sonuca varılırsa, bu durum hükümete karşı bir tepki gibi görünebilir. Ancak böylesi bir durumun doğuracağı tek sonuç, KIB-TEK’in daha da zor duruma düşmesi ve zaten KIB-TEK’i özelleştirmek için bahane arayan hükümetin “biz özelleştirmedik KIB-TEK zaten battı” diyebilmesidir. Burdan varmak istediğim sonuç, “zamlara boyun eğin, KIB-TEK özelleşmesin diye siz elinizi cebinize atın” değildir elbet. Aksine, hükümet üstünde “sivil itaatsizlik” gibi meselenin zam boyutu dışında kalan yanlarını görmeyen (hatta zammı da özelleştirmeye zemin hazırlayan bir adım olarak değil de salt pahalılık olarak gören) bir tavır almak yerine, hükümeti yüksek miktarlarda borçlu durumda olan büyük şirketlerden/zenginlerden/patronlardan/kendi yandaşlarından borç tahsil etmeye zorlamak ve ayrıca AKSA ile yapılan imtiyazlı alım sözleşmelerine son verilip bu kaynağın KIB-TEK’e aktarılması (gerekirse AKSA’nın tümden kamulaştırılması) yönünde talepler üretmektir. Yani zamı reddedelim, ama sadece bununla yetinmeyip, KIB-TEK’in özelleştirilmesi için hazırlanan zemini bozmak için de elimizden geleni yapalım.

 

 

 

Celal Özkızan

Baraka Kültür Merkezi Aktivisti

 

Be the first to comment

Leave a Reply