Su Konusundaki Gerçek Tehlike – Münür Rahvancıoğlu

2012 yılında TC ve kktc arasında imzalanan Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü’nden beridir; TC’den kktc’ye su getirilmesi meselesi birçok yönü ile konuşuldu. Meselenin ekolojik, siyasi, etik ve ekonomik boyutlarına dair onlarca söz üretildi.

 

Bu süreçte, üç kez hükümet değişti. Ancak kurulan ve bozulan hükümetlerin hiçbir bileşeni, toplumsal muhalefetin sorularına, kaygılarına, suçlamalarına yönelik herhangi bir cevap vermeye tenezzül etmedi.

 

Kısacası, yaklaşık dört yıldır gündemimizde olan ve neredeyse hız kesmeden devam eden “su temin projesi” konusunda toplumsal muhalefeti muhatap alan herhangi bir erk sahibine rastlamak mümkün olmadı. Bu yüzden de “projenin” ilerleyişine göre seyir değiştiren tartışma hep monolog düzeyinde kaldı.

***

 

Toplumsal muhalefet tarafından dile getirilen eleştiriler, projenin başlarında ekolojik sıkıntılara odaklanıyordu. Ancak süreç ilerledikçe “su yönetimi” konusundaki kaygılar ağır basmaya başladı. TC tarafından ülkemizdeki su kaynakları dahil, onlarca tesisin idare edilecek olmasının; zaten son derece kısıtlı olan “söz hakkımızın” neredeyse tamamen elimizden uçmasına neden olacağı yoğunlukla ifade edildi.

 

Egemenlerin “yönetim” ve “işletme” kavramlarına dayalı bir göz boyama taktiğine başvurmasında; söz konusu kaygının Kıbrıslı Türk halkının çok büyük bir çoğunluğunu ifade ediyor oluşu etken oldu. Böylece “suyun yönetiminin Kıbrıslı Türklerde” kalacağı ancak “işletmesinin özel bir şirkete verileceği” yoğun bir şekilde ifade edildi. Egemenler tarafından nabız yoklamak amacıyla bilinçli olarak basına sızdırılan çeşitli “taslak anlaşmalar”la bu algı pekiştirilmeye çalışıldı.

 

Gerçekte konuşulanın ne olduğu, TC’nin ne talep ettiği ve bu taleplere nasıl bir yanıt vermemiz gerektiğine dair şeffaf bir kamusal tartışma çağrımız ise; hükümet tarafından ısrarla duymazdan, görmezden, bilmezden gelindi.

***

 

Peki, “su temin projesi” konusundaki esas tehlike nereden geliyor?

 

Aslında bu sorunun yanıtı çok yalın ve AKP’nin TC’de toplumsal yaşamı kontrol altına almak için uyguladığı yöntemlere bakarak kolayca görülebilecek bir muhtevada.

 

AKP’nin Türkiye toplumuna nüfuz etme yöntemlerine bakıldığında, çok önemli bir nokta göze çarpıyor: AKP kadroları zaman zaman belirli ittifaklar ve geçici uzlaşmalarla hareket etse de, genel strateji anlamında hiçbir işbirlikçiye güvenmiyor. Türkiye’de yaşanan siyasi-ekonomik gelişmeler son 15 yıl içerisine AKP’nin Türkiye toplumu ile doğrudan ve direkt yani aracısız ilişki kurmayı tercih ettiğini gösteriyor.

 

Medyada, sermaye çevrelerinde, eğitimde, askeri meselelerde, üniversitelerde, kendisi ile uzlaşma sağlayan aktörler olmasına rağmen, AKP tüm bu alanlarda kendi kadrolarına dayalı kurumlar yaratıp büyütmeyi tercih etti. Söz konusu uzlaşmalara “ihtiyacı olduğu sürece ve ihtiyacı olduğu kadar” rıza gösterse de, AKP’nin tercihi her zaman mutlak bir kontrolden yana oldu. Yani “yönetim” değil, “işletme”ye sahip olmak; aracılar vasıtasıyla değil, bizzat nüfuz etmek AKP’nin yayılma mantığı oldu.

 

2011 yılında Toplumsal Varoluş Mitingleri ile “ilgiyi hak ettiğini” gösteren Kıbrıslı Türkler için de bu genel stratejiye uygun bir açılım gerekiyordu. Çünkü UBP, CTP, DP gibi partiler işbirlikçilik konusunda gösterdikleri tüm gayretlere rağmen, AKP ile Kıbrıslı Türkler arasında bir “aracı” olmaya devam ettikleri sürece, mutlak bir kontrolün sağlanması mümkün olmayacaktı…

 

İşte “su temin projesi” bu noktada gerçek anlamını bulmaktadır…

 

***

 

TC’den kktc’ye taşınan su ve kktc’deki mevcut kaynakların; işletimi, dağıtımı, kullanılan suyun toplanması, arıtılması ve zirai maksatlarla kullanılması dahil, toplumsal yaşamımızın her alanına nüfuz eden çok önemli bir mesele ile karşı karşıyayız.

 

Örneğin sadece suyun işletimi bile ekonominin bir çok yan kolu ile ilişki içerisinde gelişecek ciddi bir sanayi anlamına geliyor. Depolanacak suyun içme suyu kalitesine getirilmesi için yürütülecek işlemler, birçok yan sanayi-ticari-mali kuruluşun besleneceği yeni bir sektör anlamına geliyor. Bunun dağıtım, depolama, arıtma, ve tarımsal satış boyutlarını da düşündüğümüzde kktc ekonomisinin çok ciddi bir bölümününe nüfuz edecek yeni bir taşeronlar ağından söz etmiş oluyoruz. Bu alanlarda çalışacak işçilerin barınma, inşaat, ulaşım, sağlık, enerji ve gıda ihtiyaçlarının yaratacağı ekonomik çevrimden ise hiç söz etmiyoruz.

 

Bu, ekonomimizin neredeyse her boyutuna nüfuz edecek yüzlerce küçük ve orta boy işletmenin, doğrudan parasal ilişkilerle AKP sermayesinden pıtrak gibi doğacağı, büyüyeceği ve yayılacağı anlamına geliyor.

 

Yeni ekonomik motivasyonlar, yeni siyasal angajmanlar, yeni kültürel teşvikler, yeni tabiyet ilişkileri ve tabii ki yeni siyasal yönelimler…

 

AKP artık Kıbrıs’ta işbirlikçiler vasıtasıyla yönetme devrini sona erdiriyor, bizzat kendisi süreci ele alıyor. Bunu gerçekçi bulmayanlar, AKP’nin Türkiye’de büyük ihaleler, inşaatlar, barajlr yolu ile yarattığı ekonomik ağı nasıl siyasal bir desteğe dönüştürdüğünü incelemeli…

 

Çünkü tehlike gayet ciddi…

 

***

 

Kısacası, “su temin projesi” adı altında yürütülen sürecin gerçek karakteri; 2011 yılında Kıbrıslı Türkler tarafından gerçekleştirilen Toplumsal Varoluş Mitinglerine TC’nin gerçek yanıtı olmasında cisimleşiyor.

 

TC’deki deneyimden anlaşılan; ekonomik yaşam AKP’ye devredildiğinde, bunun toplumsal ve siyasal yaşama yansıması çok da uzun sürmeyecek gibi görünüyor.

 

CTP-UBP hükümeti ise işbirlikçilik yaşamlarının son ve en büyük “projesinde” son perdeyi oynuyor…

 

Kabul etmek gerek, bu perde kapandıktan sonra hepimizin işi daha zor…

 

Münür Rahvancıoğlu
Baraka aktivisti