AMA DİRENEMİYORUZ… – Hasan YIKICI

Elektrik zammın ardından sendikal ve toplumsal  muhalefetin verdiği tepkiler ve ‘eyleyememe’ durumu bazen komik, bazen üzücü ama en çok da trajiktir.

En başından söyleyelim, kimse alınıp darılmasın hele hele  kendi kendimiz hiç; çünkü bu kendimize dair bir söylenmedir belki daha fazlasını getirir diye… Ama başta sendikalar olmak üzere toplumsal muhalefetin bütünü (Baraka da dahil) zamlara karşı etkili, yaratıcı ve domine edici bir muhalefet örme yeteneğine sahip olmadığı gün gibi ortada.

 

Zam bağıra bağıra geldi… Bağıra bağıra gündemimize oturdu… Bağıra bağıra gelen zamma karşı biz ne yaptık? Biz de bağırdık… Bağıra bağıra küfürler ettik. Ama günün sonunda onların bağırtısı değil de kendi bağrışmalarımızın içinde boğduk sesimizi de direnişimizi de.

 

Belki de farkındadır herkes kendi acizliğinin. Kendi acizliğimizin. Ondandır bir türlü içten gelerek inanamamamız zammın geri alınabiliecek olmasına…

 

Belki de zammın geri alınabilecek olmasına inanmamaktandır, kendi acizliğimizin farkında olmamız.

 

Belki de ne örgütsel olarak ne politik olarak ne de manevi olarak (maneviden kasıt cesaret) gerçek bir direnişi sahiplenebilecek, sorumluluğunu alabilecek güce ve içtenliğe sahip değilizdir.

 

Belki de gerçekten ne yapılacağımızı bilmemektendir…

 

Ama galiba en çok da ne yapmak istediğimizi bilmemekle ilgili…

 

Bu da en çok halka ve gücüne inanmamakla ilgili…

 

Bu da en çok samimiyetle ilgili olsa gerek…

Sahi ne kadar samimiyiz? Önce kendimize karşı!

 

*

Halkın öfkesini sokağa taşıyabilecek, istikrarlı bir direniş ve mücadele hatta çizebilecek, günü birlik olaylara verilen tepkiler dışında, refleksleri güçlü ve bir mücadele stratejisine sahip örgütsel ve siyasal hattın eksikliği bir kez daha hissedilmekte.

 

*

 

Bu ülkede uzun yıllar statükodan bahsedildi.  Özellikle Annan Planı dönemlerinde ‘trend’ olan kelimelerden biriydi. Kuşkusuz ki artık pek kullanılmaması bu kelimenin rejimin kendisinin değiştiği veya statükonun yıkıldığı anlamına gelmiyor.

Hatta ne üzücüdür ki bu kelime artık bugün başka bir durumu da tanımlamak için kullanılabiliyor.

Biz hep karşımızdakinin sürer durumunu, statükosunu gördük , oraya odaklandık, onu yıkmaya uğraştık. Fakat kendi içimizdeki statükoyu hiç görmedik, görmek istemedik. Herkes direnmekten ve varoluştan bahsediyor ya; evet bahsedelim ama ilkin kendi içimizdeki statükoyu yıkalım! Aksi taktirde tüm eylemler ve sözler, muhalefet oyunları kendi içimizde varolan statükoyu cilalamaktan başka bir işe yaramayacak!

 

*

 

Evet, çok güzel toplantılar yapılıyor

Haftada en az 4 kez belki de 5…

Çok güzel laflar ediliyor…

Artık odaklanamıyor insan söze…

Çünkü bazen sözcük de anlamını yitiriyor

O buna zorlandığı için değil…

Eyleme ve direnişe evrildiği için hiç değil…

Ağızda sakız gibi çiğnendiği için gün 24 saat…

 

*

 

Kusura bakmayın dostlar,

Toplantılar yapıyoruz,

Basın açıklamaları yapıyoruz, en keskininden içinden öfke fışkıran bildiriler okuyoruz,

Eylemler yapıyoruz biraz medyatik biraz ‘sansasyonik’

Kazıklar dikiyoruz  kapılara çemberlere…

Ama toplantılardan çıkan kararlarımız  gerçek bir kavgaya dönüşmüyor

Bildirilerdeki öfke duvarlara vurup duvarları sallamıyor

Medyatik ve sansasyonel olmak birilerini rahatsız dahi etmiyor.

Sadece ve sadece biraz daha sessizliğe düşüyor sarf ettiğiniz sözler…

Hani o öfke fışkıran bildiriler ve medyatik eylemler var  ya

Onları da duvarlar yutuyor, ekranlar tüketiyor.

 

*

 

Tüm bunlar olurken ırmak yine akıyor…

Zaman yine geçiyor…

Yoksa biz zaten bunu mu istiyorsun?

Kusura bakma arkadaş;

Ben de kusura bakmayım

bunları iyi yapıyoruz

iyi yapıyorum da

sen direnemiyorsun…

ben direnemiyorum…

biz direnemiyoruz!

Belki de en çok yanmaktan korkuyoruz…

Bundandır, hep bu korkudandır her gün yanıp yanıp yitirdiğimiz…

Hasan Yıkıcı

Baraka Aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply