“SEN KİMSİN BE ADAM” – Münür Rahvancıoğlu

ESASTayyip Erdoğan’ın Toplumsal Varoluş Mitingleri sırasında sinirlenerek sorduğu bu soruyu hatırlıyorsunuzdur… Bizim kim olduğumuzu ciddi ciddi merak ediyor olacaklar ki, efendilerimiz bugünlerde bizlere yeni isimler buldular; son ismimiz “katır”…

Peki gerçekten de biz kimiz?

***

Dil, insan toplumlarının uygarlık safhasında geliştirdikleri en önemli sosyalleşme araçlarından birisidir. Çeşitli toplumların kullandığı kelimeler, kavramlar, cümle kalıpları aynı zamanda o toplumların düşünme biçiminin, yaşam şeklinin bir yansımasıdır.

Denilebilir ki; toplumlar nasıl yaşarlarsa öyle konuşurlar. Örneğin Eskimo dilinde kar yağışının çeşitli biçimleri için yüzlerce kelime vardır. Oysa Türkçe’de tipi, lapa vs. diye saysak saysak en fazla 15-20 kelime bulabiliriz.

Eskimolar açısından yaşadıkları iklim, evlerinin yapısı, sosyal hayat, ekonomi vs. için merkezi önem arz eden kar yağışı, bizim için bu kadar merkezi olmadığından yağan karın biçimlerindeki farklılıkları algılamamız da bunu ifade etmemiz de daha sınırlıdır. Kısacası dil, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası, toplumsal pratiğin net bir yansısıdır.

***

Kıbrıslı Türklerin bir halk olarak kabul edilmek amacıyla seferber olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurumlarının en acımasız ve saldırgan politikaları karşısında onuru ile direndiği bir dönemde, kendimizi kim saydığımız, kendimize ne isim verdiğimiz işte bunun için önemlidir?

Biz neyiz? Kıbrıslı mıyız? Kıbrıslı Türk müyüz? Kıbrıs Türkü müyüz? Türk müyüz?

***

Kısa bir makalede derinlikli tahlillere girişmenin imkanı yok. Ancak şunu belirtmeliyim ki, yaklaşımımı etnik veya ırksal bir noktadan temellendirmediğim gibi etnik veya ırksal yaklaşımları da doğru bulmuyorum. Bu sebeple sözünü ettiğim “Kıbrıslı” ve “Türk” ifadelerinin etnik anlamlarını yazımın dışında tutuyorum.

Bence Kıbrıslı Türk halkını bir halk yapan olgu etnik veya ırksal değil, ama kesinlikle sosyolojik, psikolojik, ekonomik, tarihsel ve siyasaldır. Savıma katılmasanız bile, en azından benim bunları demek istediğimi bilerek okumanız bu yazının vermek istediği mesajı almayı kolaylaştıracaktır.

***

Kıbrıslı Türkler bir varoluş mücadelesi veriyorlar. “Ankara Elini Yakamızdan Çek”, “Evine Dön Ayşe”, “Bir Verip Beş Alıyorsun Utanmadan Besleme Diyorsun”, “Ankara Paranı da Memurunu da İstemiyoruz” sloganları halkımızdan geniş bir kabul ve onay alıyor. Bu mücadelenin karşısında ise resmi işbirlikçiler, çeşitli işbirlikçi adayları, sivil faşistler, resmi faşistler, TC Elçiliği, TC Yardım Heyeti, TC asker-sivil bürokrasisi ve AKP var…

Böylesi bir ortamda basın açıklamalarında, bildirilerde, demeçlerde, panellerde ve elbette günlük hayatımızda kendimizi “Kıbrıs Türkü” olarak tarif etmemiz ne kadar doğrudur? “Kıbrıs Türkü” ne demektir?

En basit tanımıyla “Kıbrıs’ta yaşayan Türk” demek değil midir? Böyle bir ifade kullandığımız zaman kimliğimizin esas öğesi Türklük olmuyor mu? Ve Kıbrıs kelimesi sadece bulunduğumuz coğrafyayı belirten bir işaret olarak kalmıyor mu? “Girit Türkü”, “Almanya Türkü”, “Batı Trakya Türkü” vs. gibi bir ifade haline gelmiş olmuyor mu Kıbrıs ifadesi?

Tıpkı bunun gibi “Kıbrıs Türk halkı” ifadesi de “Kıbrıs’taki Türk halkı” anlamında değil midir? Ve bizim vermekte olduğumuz mücadele aracılığı ile vurgulamaya çalıştığımız “Kıbrıslılık” karakterimizin kimliğimizin asli bir bileşeni olduğunu, bizi biz yapan öğe olduğunu gölgede bırakmıyor mu?

***

Etnik kimlik olarak Kıbrıslılığı da Türklüğü de reddettiğimi, her türlü etnik temelli kimlik yaklaşımını reddettiğimi baştan söylemiştim. Etnik temelden farklı olarak ulusal temelde bir “Kıbrıslı” ulusu olup olmadığına ilişkin tartışmayı da bir kenara bırakarak, Kıbrıslı Türk halkının varoluş mücadelesi verilirken, en azından bu mücadeleyi verenlerin “Kıbrıs Türk halkı” veya “Kıbrıs Türkü” gibi ifadeleri kullanmamaya özen göstermesi çağrısı yapıyorum…

Başta da yazıldığı gibi, dil yaşamı değil yaşam dili belirler. Bir kez oluşan bir dil de yaşamı temelden etkiler. Sosyo-ekonomik temeli olmayan bir dil değişimi toplumsal yaşamda hiçbir karşılık bulamaz. Ama sosyo-ekonomik olarak toplumda bir değişim meydana geldiğinde bu değişim dile mutlaka yansır.

“Otobüs” Fransızca bir kelimedir. Bir zamanlar adamızda yaygın olarak kullanılan “Bas” da İngilizcedir. Ama bu toplu taşıma aracı için kullanılan herhangi bir Türkçe isim yoktur.

Tıpkı Televizyon, İnternet, Jilet ve Hostes’in Türkçe kelimelerle ifadesi olmadığı gibi. Bir dönem Türkiye’de yaygınlık kazanan “Öz Türkçe” dalgasında otobüse “çok oturgaçlı götürgeç”, hostese “gök konuksal avrat” denilmesi için Türk Dil Kurumu karar almıştı. Ama günlük yaşamda espiriler dışında bu kararın hiçbir karşılığı olmadı. Bu da gösteriyor ki, ancak toplumsal bünyenin hazır hale geldiği durumlarda dile yapılacak müdahaleler değişimi tetikleyebilir.

***

Yaşam, dil aracılığı ile derinden etkilense de; yaşam sadece yaşamın içinden değiştirilebilir. Ama dil yavaş, yaşam ise hızlı değişir. Yaşamdaki değişiklikleri dile yansıtmak uygun bir yaklaşımken, meydana gelmesini istediğimiz ama günlük hayatta olgunlaşmamış olayları dil aracılığı ile değiştirmeye çalışmak boşa çaba harcamaktır.

Bizim ülkemizde son on-onbeş yılda çok ciddi bir değişim meydana gelmiştir. Bu ülkenin insanları diğer bütün tartışmalar bir yana, Kıbrıslılığı kimliğinin asli bir öğesi olarak kabul ediyor, bunun için mücadele ediyor ve bedel ödüyor. Bunu dilimize de yansıtmanın kendimize artık “Kıbrıs Türkü” yerine “Kıbrıslı Türk” demenin zamanı gelmedi mi?

 

Münür Rahvancıoğlu

Baraka Kültür Merkezi Aktivisti

Be the first to comment

Leave a Reply