CARPE DİEM – GÜNÜ YAŞA – MUNUR RAHVANCIOĞLU

 

İçinde yaşadığımız çağ bize sesleniyor: “Carpe Diem!”

“Geçmiş bitti, ‘dün’ geçti… Gelecek meçhul, ‘yarın’ yok!”

O halde, “Carpe Diem!”, “Gününü gün et, anı yaşa, bugünün tadını çıkar!”

Çünkü; “Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldür… O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür…”(1)

***

Geçmiş, bugün ve gelecek…

Birbirlerinden bu kadar uzak olduğu iddia edilen ve aralarındaki ilişki inkâr edilen bu üçlü, zaman “algımızda” çok önemli bir yere sahiptir…

Hasan el Basri’nin şiirindeki motivasyonu bir yana, çağımızın kanaat önderleri açısından bu yaklaşımın ifade ettiği düşünce nedir?

“Geçmiş bitti, ‘dün’ geçti…” denilirken; herhangi bir geçmişin hiçbir zaman var olmadığı mı iddia edilmektedir, yoksa bugün için geçmişte yaşananların herhangi bir öneminin olmadığı mı?

“Gelecek meçhul, ‘yarın’ yok…” denildiğinde; hiçbir şekilde herhangi bir geleceğimizin olmayacağından mı söz ediliyor, yoksa bir gelecek kurgusunun bugünümüz açısından yararsızlığından mı?

Bunca yüceltilen, bunca önemsenen “bugün”; hiçbir yerden gelmemekte ve hiçbir yere gitmemekte midir? Burada, böylece ve kendiliğinden belirivermiş, öncesiz ve sonrasız, zamansız ve bağlamsız bir uzamda mı yaşamaktayız?

***

“Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür.”(2) diyor Marx ve Engels… Bugünden geleceğe doğru baktıklarında, kendileri için herhangi bir gelişim dinamiği göremeyen; tam aksine ezilen sınıflar tarafından alaşağı edilecekleri, kendi aralarında yürüttükleri çekişmelerle karşılıklı yıkıma maruz kalacakları veya dünyanın kaynaklarının tükenmesi sonucu ortaya çıkacak bir felaketle yüzleşeceklerini sezinleyen egemenler, kendilerini “bugün” ile avutmaktadırlar: “Carpe Diem”…

Fransız Devrimi’nden 75 yıl önce Fransa Kralı 15. Louis “apres moi le deluge” (benden sonrası tufan) demişti… 300 yılda neredeyse tüm dillerde yaygın bir deyim olarak kullanılmaya başlayan bu cümle, egemen sınıfların “geleceğe” dair korkularını ve “bugüne” ilişkin yaklaşımlarını gayet güzel özetlemektedir…

Bütün çağlarda egemen sınıflar, “gelecek”te gerçekleşecek kendi yıkımlarının korkusuyla titremişler, tatlı ve sarhoş edici “bugün”ün heybetli iktidarına tutunmuşlar ve ezilenleri de; bütün hayatın öncesiz ve sonrasız, sonsuzca uzayan bir “şimdi”den ibaret olduğuna ikna etmek için çaba harcamışlardır. Bu yüzden, egemenlerin dilinde muhafazakâr bir çağrıdır “carpe diem”…

Egemenlerin hoş yaşamlarının yarına taşınabilmesi için, geçmiş ve geleceğin ezilenler tarafından inkâr edilmesi yaşamsal bir gerekliliktir…

Ezilenler “geçmiş”e baktıklarında, bugün egemen olanların her zaman egemen olmadıklarını yani iktidarın tarihselliğini, geçiciliğini görürler… Ve “geçmişin” ışığında düşünülen “gelecek”, “bugün”e itiraz için bir dayanak noktası haline gelir…

İşte bu yüzden, içinde yaşadığımız çağ bize seslenir: “Carpe Diem!”

***

Roma-Latin edebiyatının en önemli şairlerinden Horatius’a ait olan “Carpe Diem” dizesinin Türkçe karşılığı “günü yaşa” şeklindedir…

Günü yaşamak, bugün içinde bulunduğumuz anın ifade ettiği gerçeklik zemininden kopmamak anlamına geliyor. Bunun için ise geçmişi unutmaya veya geleceği inkar etmeye gerek yoktur. Günü yaşama çağrısının “gününü gün et” şeklinde yorumlanması ise egemen sınıfların ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkan “egemen bir düşüncedir.”

Hazcılığın (Hedonizm) mottosu haline getirilen ‘carpe diem’, bireylerin kendilerinden başka hiçkimseyi önemsemeyen, umarsız, zevk peşinde koşan bir yaşamı yüceltmesi için bir mutluluk formülü olarak sürekli tekrarlanıyor. Ve yukarıda da söylendiği gibi, aslında herhangi bir geleceği kalmayan egemen sınıfların tatlı yaşamlarının devamına, ezilenlerin ise bu yaşamın bedelini ödeyen bir yarış içinde birbirlerini boğazlamasına hizmet ediyor…

Peki ezilenler için ne demektir ‘carpe diem’?

***

“İnsanın insanın kurdu olduğu”, “altta kalanın canının çıktığı”, “her koyunun kendi bacağından asıldığı” bir dünyada; kaybedenler için bir kâbustur “bugün”…

Eğer “günümüzü gün” edemiyor, bugünün keyfini çıkaramıyor, fiziksel ve maddi zevklerin peşinde kendimizden geçemiyorsak, yani insanlığın çok büyük bir çoğunluğunun “kader”ini paylaşıyorsak; geçmişe veya geleceğe kaçmaktan başka bir çıkar yolumuz da kalmıyor demektir…

Oysa “carpe diem”in devrimci anlamı işte tam da bu noktada ortaya çıkar… “Bugün”e itirazda “bugün”den kopmak, “geçmişe” veya “geleceğe” kaçmak; bugünün gerçekliğini (ve aslında geçmiş ve geleceği de) egemenlere teslim etmek değil midir?

Yüceltilmiş, idealize edilmiş bir geçmişin nostaljik anılarını tekrarlayıp duran (eskiden kapılarımızı kilitlemeden uyurduk!) bir itirazın bugün için ne anlamı olabilir ki? Geçmişe dönmek mümkün müdür? İmkânsız bir “geçmişe özlem” pratiğinin yerine, “gelecek hayalleri ile avunan” bir ütopyacılığı koymak (bu yıl barış olacak!) çözüm müdür peki? Salt gelecek hayallerine dayalı, gerçeklikten kopuk bir avuntu nesnesi olmanın ötesinde ne ifade eder “bugün”den bağımsız bir “yarın”?

Hasan el Basri’nin de dediği gibi; “ömür dediğin üç gün” değil midir? Dün gelip geçmiştir, yarın meçhuldür, “O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür…”

Geçmişe de kaçsak, geleceğe de; fiilen yaşadığımız gerçeklik bugünde durduğu sürece, yani bugünü değiştiremediğimiz müddetçe “günü yaşamak” bir zorunluluk haline gelmiyor mu?

Ve “bugün”e egemen olanlar, “geçmişi” kendilerine göre anlatıp, kendi “gelecek”lerini güvenceye almıyorlar mı?

“Carpe diem” bir tercih değil de, bir zorunluluk sayılamaz mı bu durumda?

Günü yaşamak zorunda mıyız acaba?

İçinde yaşamak durumunda olduğumuz “bugün” gerçekten de nedir peki?

“Bugün” dediğimiz şey, bugünden ibaret sayılabilir mi?

***

Bugün, içerisinde hem “dün”ü hem de “yarın”ı barındıran ‘gerçek’ zaman birimidir…

Bugün, geçmiş ve geleceğin bedenidir…

Geçmişte yaşanan her şey; deneyimler, acılar, mutluluklar, yenilgiler, zaferler, başarılar, başarısızlıklar, çözümlenmemiş sorular bugünde de yaşamaya devam eder… Bugün yaptıklarımız, yapmadıklarımız, yapıp yapmamayı bilemediklerimiz, farkındalıklarımız, yanılsamalarımız hepsi de bizim geçmiş pratiğimiz ile bağlantılıdır. Çünkü bizatihi biz, geçmişin bir ürünüyüzdür ve imkân ve becerilerimiz geçmiş koşullarda ortaya koyduğumuz pratiğimiz aracılığıyla bizzat kendimiz tarafından geçmişte inşa edilmiştir.

Ama “bugün” geçmişten ibaret değildir. Çünkü “geçmiş” geride kalmıştır. Kendi geçmişi tarafından inşa edilmiş olan insan, bugünün içinde var olmakta ve bugün yaptıklarını “geleceği” de hesaba katarak şekillendirmektedir… Geleceğe ilişkin arzularımız, hayallerimiz, korkularımız, heyecanlarımızdır bugünü yaşama biçimimize yön veren…

Yani geçmiş ve gelecek, bugünün içerisinde var olurlar, yaşam bulurlar. Geçmişte kalmış olan geçmiş ile, henüz yaşanmamış olan gelecekten ayrı olarak; bugünün içinde yaşayan geçmiş ile bugün kurgulanan bir gelecek vardır…

İşte bu ‘bugün’, soluk alıp verdiğimiz gerçeklik, ayağımızı bastığımız zemin, dünü yorumlayıp yarını kurguladığımız “gün”dür…

***

Geçmişe veya geleceğe kaçarak somut bir itiraz yükseltemeyiz ‘bugün’e…

Bugüne itiraz edebilmek için “bugün”de var olmak gerekir…

Günü yaşamak gerekir…

Geçmişin dersleri ve geleceğin hayalleri ile harmanlanmış bir bugünde…

Varsın egemenler, “gününü gün et, geçmişi unut, yarını umursama” diye tekrarlayıp dursun…

Bizim geçmişi ve geleceği harmanlayacağımız bir “bugün”e ihtiyacımız var…

“Carpe Diem” o halde…

 

(1) İnternette Can Yücel veya Özdemir Asaf’a mal edilmekte olan bu şiirin bir benzeri de Ömer Hayyam’da bulunabilir. Ancak şiirin esas kaynağı on dört yüzyıl önce yaşamış olan tasavvuf ehli Hasan el Basri’dir…

(2) Alman İdeolojisi, Marx-Engels, Sol Yayınları

 

Be the first to comment

Leave a Reply