Kapıdan Çıkan Kızın Gözleri – Münür Rahvancıoğlu

 

Yorucu bir günün sonunda evdeyim. Uzun zamandır izlemek istediğim bir filmi takıp, kahve içerek dinlenme planıyla, kanepeye uzanıyorum. Bir süre izledikten sonra telefonum çalıyor…

Arayan liseden bir arkadaşım. Çok uzun zamandır haberleşmediğimiz, sevdiğim bir insan…

“Çalışma Dairesi’ndesin değil mi hala?” diye soruyor. Ve hemen konuya giriyor: Doktor olarak “büyük” bir özel hastanede çalışan eşi yeni doğum yapmış, hala doğum izninde. Doğum izini sırasında sigorta yatırımlarının gerçek maaşı üzerinden yapılmadığını öğrenmişler. Bu sebeple de doğum izninde olduğu süre için kendisine sigorta tarafından yapılan ödenek, olması gerekenden az olmuş…

Ama arama sebebi bu değil. İzinden dönmesine az bir zaman kaldığı için, işyerini aramış ve yasal hakkı olan emzirme iznini nasıl kullanacağı konusunu ayarlamak istemiş. Aldığı cevap insanın kanını donduracak nitelikte: “Bizde emzirme izni yok!”

İki ebeveyn oturup düşünmüşler, yeni doğmuş yavrularını en fazla ihtiyacı olduğu dönemde emzirmek mi, yoksa yıllardır doktor olarak çalıştığı kurumdan ayrılmak mı?

“Eşim nasılsa iyi bir doktor, bu günler geçince bir klinik açar iyi kötü geçiniriz, diye düşündük ve eşim işi bırakmaya karar verdi” diyor arkadaşım. Zaten iş yerinde hak edilip de kullanılmamış yıllık ücretli izinleri de var, tam bir buçuk aylık. Bu kararlarını işyerine bildirince öğrendikleri ise tüm yaşananların üzerine tüy dikmiş, beni arama sebepleri de bu zaten…

Bünyesinde üniversite de bulunan özel hastane, emzirme izni verilmediği için işi bırakmak isteyen doktor personeline; “yasal olarak işi bırakmadan bir ay önce haber vermen ve bir ay çalışman gerekiyor. Bu süreyi izinlerine saymayız ve izin paranı da ödemeyiz; madem işi bırakacaksın, gel bir ay çalış sonra yollarımızı ayıralım” demiş…

Arkadaşım isyan ediyor: “Eşimin işi bırakma nedeni çocuğumuzu emziremeyecek olması. Biz yıllık izin de, izin parası da istemiyoruz. Ama onlar eşimin bir ay daha çalışması gerektiğini söylüyorlar. Yasal mıdır bu?”

***

Daire’de oturuyorum. Başı bağlı bir kadın giriyor kapıdan, yanında genç bir kız…

“Beni hatırladınız mı?” diyor, hatırlamıyorum…

2008’de bir şikayetini çözmüşüm, şimdi kızının iş yeri ile sorunu olunca, aramış beni bulmuş. Kızının gözleri umutla parlıyor bana bakarken, tedirgin oluyorum ‘ya sorunlarını çözemezsem’ diye…

1995’den beridir Kıbrıs’ta çalışma izni ile çalışıyor, bütün bu sürede sadece 7 aylık bir kesinti var izinlerinde. Onu da zamanında şikayet etmiş, patron çalışma iznini çıkarmadı diye… Ama öyle kalmış konu ve bu sebepten vatandaş olamamışlar. “Vatandaş” kelimesini öyle vurgulayarak, öyle özlemle söylüyor ki, tarif etmek zor… Çok yüksek bir mertebeden bahseder gibi…

Şimdi çalışma izni ile çalıştığı iş yerinin yakınındaki bir oto parkta, yaz dönemi için iş bulmuş kızına. Kızı 19 yaşında…

2 ay çalışmış, ilk maaşını almış ama üniversitesi açıldığı için önceden konuştukları gibi işi bırakınca, patron son ayın maaşını vermiyormuş. Dilekçe yapmışlar Daire’ye ama paralarını erken almak için bir de beni görmek istemişler.

“Ne zaman yaptınız dilekçeyi” diyorum. “Bugün” diyor safça ve ekliyor; “okula kayıt için bugün maaşı almamız lazım. Cuma verecekti, şimdi ‘beni yüz üstü bıraktınız’ diyor. Ama kızımın okul açılana kadar çalışacağını söylemiştik önceden. Zaten çalışma izni de yapmadı…”

“Bir günde alamayız maaşı; dilekçenizin kaydı yapılacak, bir müfettişe dağıtılacak, o müfettiş gidip patronla konuşacak… Zaman alır yani biraz…” diyorum.

“Ama okul parayı bugün istiyor, her geciken gün 25 euro faizi var” diyor, susuyorum…

***

Biz böyle bakışırken, telefonum çalıyor…

Arayan büyük bir devlet kurumumuzda ihale ile kafeterya işleten bir patron…

Tanışıklığımız işten durdurduğu ve maaşını vermediği işçisinin şikayeti üzerine… Verdiğim yazılı uyarının süresi dolduğu halde, günlerdir “parayı toparlamaya çalışıyorum, ödeyeceğim” diyerek oyalıyor. Son iki gündür de telefonlarımı açmıyor. Sonunda sms gönderip, idari para cezası için iş yerine gideceğimi yazınca, aramaya karar vermiş…

Oto parkta çalışıp maaşını alamayan ve bugün özel üniversitenin kayıt parasını ödemek için paraya ihtiyacı olan kız ve annesi karşımda otururken, açıyorum telefonu…

“Alo, müfettiş bey… Ben buradaki daire müdürü ile de görüştüm. İşçinin parasını pazartesi ödeyeceğim. Ama sağlık karnesi çıkarmak için ödediğim parayı, keseceğim.”

Öfkemi bastırarak konuşmaya başlıyorum: “Size verdiğim yazılı uyarının süresi dolalı çok oldu beyefendi. Günlerdir ‘bugün-yarın’ diyerek oyalıyorsunuz, iki gündür telefonlarıma da bakmıyorsunuz. Pazartesi ödeme yapacağınızı ben nereden bileyim. Yarın yasa gereği cezanızı yazacağım. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Ayrıca sağlık karnesi çıkarmak sizin sorumluluğunuz, bunu işçinin maaaşından kesemezsiniz.”

“Ben konuştum Daire Müdürü ile, ne yazacaksanız yazın…”  diyor sakince ve kapatıyoruz telefonu…

***

Kafamı kaldırınca, kapıdan girerken gözünden umut fışkıran kızın solgun yüzünü görüyorum, utanıyorum…

Annesi de ondan farklı değil: “Yani bugün alamaz mıyız parayı” diyor. “Alamayız” diyorum…

Ayağa kalkıyorlar. “Nasıl ödeyeceğiz okulun parasını” diye kendi kendine konuşuyor kadın, çıkıyorlar…

***

Yeni doğmuş bir bebeğin sütünden, okumak için çalışan bir genç kızın alın terinden, aylarca emek veren bir çalışanın sağlık karnesinden kar hesabı yapan patronları; sendikasız işçi çalıştırmasının yasaklanmasını “özgürlüğe aykırı” bulan solcuları düşünüyorum…

Dairede müfettiş kadroları bomboşken, kendine mersedes alan bakanı düşünüyorum…

Sendikasız işçi çalıştırılmasının yasaklanması konuşulurken, Meclis kürsüsünden “bu yasa geçerse devlet yıkılır” diyen başbakan yardımcısını düşünüyorum…

Kapıdan çıkan kızın gözlerindeki uçurumu; düşünemiyorum…

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti