Kıbrıs Sorunu ve Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı – Münür Rahvancıoğlu

İster pozitif bilimlerde olsun isterse de sosyal bilimlerde olsun, bilimsel yöntem olguların verili durumunu tahlil etmekle çalışmalarına başlar. İnceleme konusu yapılan ve bilimin nesnesi durumundaki olgunun verili durumunun ne olduğu her türlü ön yargıdan, art niyetten, arzu, beklenti, korku, kuşku ve istekten bağımsız olarak, gerçeği ortaya çıkaracak şekilde incelenmelidir. Herhangi bir olgunun verili durumu tespit edilirken, ortaya çıkacak sonuçlardan çekinmek ve verili gerçeği arzularımızla değiştirmek bilimsel bir tutum değildir.

Elbette hiçbir olgunun verili durumu mutlak, sabit ve değişmez olarak düşünülemez. Her olgunun bir geçmişi, bir bugünü, olası bir geleceği ve olmasını arzu ettiğimiz bir biçimi vardır. Ancak olmuş olan, olmakta olan, olabilecek olan ve olmasını istediğimiz biçimler arasında ayrım yapmamak ve bunları birbirine karıştırmak; gerçeğe de bilime de aykırıdır.
***
Kıbrıs sorununa yönelik tespitler ve çözüm düşünceleri ortaya konulurken, üzerinde en çok tartışma yürütülen ve sol içi anlaşmazlıklara konu olan halk/halklar konusu da böyle bir konudur. Kıbrıslı Türk halkının varlığı/yokluğu tartışmasında çeşitli siyasetlerin konumlanış motivasyonları her dönem temel bir tartışma ekseni olmuştur. Peki bunca tartışmaya neden olan halk ve toplum kavramları neyi ifade etmektedir?

Siyasal anlamda toplum; “belli bir ekonomik altyapıyla belirlenmiş belli üstyapı kurumlarına sahip olan sosyo-ekonomik bir biçimlenmedir.” Günümüzde Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenlerin farklı ekonomik altyapılara hatta farklı üstyapı kurumlarına da sahip olduğu inkar edilemeyecek gerçeklerdir. O zaman ortada siyasal anlamda farklı iki toplum var demektir. Bunun böyle olması hoşumuza gitse de gitmese de gerçekliğini değiştirmeyecektir. Kıbrıs’ta barış, yeniden kardeşleşme ve birleşme isteyen insanlar olarak bu durumda yapmamız gereken, gerçeği inkar etmek değil; anlamak ve değiştirmek için mücadele etmektir.

Halk ise “belli bir dönemde belli bir ülkenin gelişmesine katılan çeşitli sınıfları kapsayan insan topluluğu olarak tanımlanır. Tarihsel süreçte dönüşüme katılan bu sınıf ve tabakaların tümüne halk kitlesi denir.” Nüfusun belli gruplarının halkın bir parçası sayılması için başta gelen ölçüt, bu grupların toplumun ilerlemesinde, açıkça ortada olan çıkarları ve bu ilerlemede kendilerine düşen görevleri yerine getirebilme güçleridir. Yani en kaba tanımıyla halk, toplum içerisinde ilerlemeden çıkarı olan sınıflardan oluşan bileşime verilen isimdir. Bir toplumun yoksulları, ezilenleri, işçileri, köylüleri, kamu emekçileri, kadınları, gençleri halka dahil olabilirler. Ancak egemenleri, bürokrasisi, burjuvazisi, zenginleri ve tüccarları halka dahil olamazlar. Halk toplumun yaşayan çekirdeği, yaratıcı özüdür. Halk bir toplumu her defasında yeniden yaratan, onu her defasında ileriye doğru taşıyan temel sınıfların bileşimidir. Bu sebeple de her tarihsel dönemde devrimciler içinde yaşadıkları toplumun yaratıcı gücüne yani halka seslenmişlerdir.
***
Günümüz Kıbrıs’ında iki toplumun ve dolayısıyla iki halkın varlığı gün gibi açık gerçeklerdir. Ancak bu halklar; egemenlerin iddia ettiği gibi Türkiye’nin uzantısı Türk halkı ile Yunanistan’ın uzantısı Elen halkı değildirler. Kıbrıs halklarının en karakteristik özelliklerinden birisi de Kıbrıslılık nitelikleridir. Kısacası bu halklardan birisi Kıbrıslı Türk halkı, diğeri ise Kıbrıslı Elen halkıdır.
Bu iki halkın tarihsel çıkarları, barışta, emperyalist güçlerin adamızdan kovulmasında ve iki halkın kardeşçe birliğine dayalı yeni bir ortak toplumsal üstyapının yaratılmasında somutlaşmaktadır. Bu bağımsız ve halkları kardeş bir birleşik Kıbrıs demektir. Ortak bir kimlik olarak Kıbrıslılık, yani tek halkın oluşması ise ancak bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkacak bir hedef olarak anlamlıdır.
Kıbrıslılığa (tek halka) varmak arzusu ile verili durumda iki halkın varlığı gerçeğini, ‘ya ayrılıkla sonuçlanırsa’ şeklindeki bir kuşku veya korku ile birbirine karıştırmak demek, gerçeklerden korkmak ve gerçekleri değiştirmenin birincil koşulu olan ‘verili durumu anlamak’ imkanından mahrum kalmak demektir.

Kıbrıslı Türk halkının varlığını inkar eden bilim dışı tavır; ‘Denktaş ile aynı tezi savunmamak’ gibi anlamsız bir gerekçeye, ‘Kıbrıs’ın kuzeyinde uluslararası hukuka uygun olamayan bir rejim olduğu’ gibi bir yasalcı mantığa veya ‘her halkın ayrı bir devlet kurması gerektiği’ gibi bir ezbere dayalı, korkularla beslenen bir tavırdır. Bilimsel gerçeklerle ve bu gerçekleri anlayıp değiştirmekle değil, gerçeklerin olası olumsuz sonuçlarından kaçmakla devrimci olunmaz.

Zaten halkların kendi kaderini tayin hakkının illa ki ve her koşulda “ayrılık yönünde kullanılacağı” gibi bir kural yoktur ve olamaz. Lenin, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı isimli yazısında “boşanma hakkını savunmakla boşanmayı savunmak bir ve aynı şey değildir” der. Bilime değil mantığa dayalı bir çıkarsama bile, kendi kaderini tayin hakkının birleşme yönünde de ayrılma yönünde de kullanılabileceği ve her ülkedeki devrimcilerin içinde yaşadıkları halkın somut çıkarları neyi gerektiriyorsa onun propagandasını yapmaları gerektiği sonucunu verecektir. Kısacası Kıbrıslı Türk halkının varlığını inkar (bu halk bir olgu olduğu sürece) sadece inkar edenlerin kendi ellerini kollarını bağlamasına yarar. Oysa egemenlerin inkar ettiğimiz gerçekliğe kendi çıkarları yönünde müdahale etmesini engelleyemez.
Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar, iktidar sorunu demek olan Kıbrıs sorununun çözümü, Kıbrıs halklarının kendi kaderini tayin haklarının önündeki emperyalist engelin kaldırılmasından geçer. Bunun için devrimcilerin içinde yaşadıkları halkın varlığını inkardan vazgeçmeleri şarttır.

Münür Rahvancıoğlu
Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri